TANIDIK GELDİ Mİ

TANIDIK GELDİ Mİ

Cehalet bir çukurdur, içine düşünce fark edilmez; çünkü karanlık, karanlığa alışanı rahatsız etmez.

Kimi zaman bir kitapla kimi zaman bir sözle kimi zaman da bir soruyla başlar aydınlanma. “Neden?” diye soran bir zihin, cehaletin duvarlarını çatlatır. Ve oradan sızan ışık, bir ömrü aydınlatabilir.

Bunun için yazmak, sohbet etmek hangi omuza konacağını bilmeden bir kuşu havalandırmaktır.

Heidegger’in "düşünmeyi unutan çağ" tanımı, cehaletin modern insanın varoluşsal boşluğundaki tezahürüne işaret eder. İnsan, bildiğini zannettiğiyle yetinerek, kendini hakikate kapatır. Oysa cehalet, çoğu zaman bir bilgisizlik değil, bir kapatılmışlıktır: dünyaya, başkalarına ve en çok da kendine.

Belirli bir bilgiye sahip olmama durumu. Bu tür cehalet masumdur ve öğrenme isteğiyle aşılabilir. Buna basit cehalet diyoruz.

İnsanın bilgi sahibi olmadığı bir konuda kesin yargılara sahip olması. Bu tür cehalet, tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Buna bilgisizliğe rağmen emin olma cehaleti denir.

Bilgiye ulaşma imkanına rağmen bilinçli olarak bilgiye sırt çevirme hali. Bu tür cehalet, ahlaki açıdan sorunludur. Buna da seçilmiş cehalet diyelim.

Dünyayı çölleştiren cehalettir. Cehalet dünya için egemen güç olmaya başlamıştır. Akıl  ise büyük bir gerileme içinde bulunmaktadır. Cehalet kendisini kutsallaştırmakta ve kurumsallaştırmaktadır. Dünyayı cehalet yönetmektedir.

Her zamana ve mekana uygun olan silahlarla kendini donatmak ve cehalete hizmet edecek köle kitleler yetiştirmek, cehaletin olmazsa olmazıdır.

Cehalet, insanlığın farklı kimlikleri, kültürleri ve medeniyetleri arasındaki etkileşimin, iletişimin ve paylaşımın imkanlarını ortadan kaldırmaktadır.

Cehalet, sanattan, edebiyattan, düşünceden, konuşmaktan, diyalogtan, felsefeden nefret etmektedir.

Cehalet, kolaylıkla milyonlarca insanı kendisine bağımlı hale getirebilmektedir.

Cehalete inandırılan yığınlar, cehaleti güçlendirmek için seferber olmayı, hayatlarının biricik haline getirebilmektedirler. İnsanı kendisine hizmet etmeye koşturan bütün zihniyetler, kültürler ve kimlikler, cehaletin değişik biçimleridirler.

Cehalet, medeniyete karşıdır. Medeniyete düşman olmak için gerekli bütün pratiklere, kalıplara, kaynaklara ve kişilere sahiptir. Cehalet, insanların birbiriyle karşılıklı olan bağlarını kurutarak insanları yozlaşmış ve çürümüş nesnelere dönüştürmektedir.

Cehalet, yalnızca bilmemek değildir; bilmediğini bilmemek, onu yüceltmek, savunmak ve hatta onu bir yaşam biçimi görmektir. Cehalet tarih boyunca, bireylerin değil toplumların da kaderini belirlemiştir. 

Bilgiye erişimin her zamankinden daha kolay olduğu bu çağda, cehalet bir tercihe dönüşmüştür.

Cehaletin en tehlikeli hali, örgütlü (tarikat, cemaat) olanıdır. Bu, kitlelerin bilinçli olarak bilgisizlikte tutulduğu, farklı düşüncelerin bastırıldığı, eleştirinin “tehdit” olarak görüldüğü sistemlerle mümkündür. İnsanların düşünmektense inanmayı, sorgulamaktansa itaati tercih ettiği bir toplumda, cehalet yalnızca bir sonuç değil, bir amaçtır.

Peki, cehaletle nasıl mücadele edilir? Sadece öğretmek değil, aynı zamanda düşündürmek, merakı teşvik etmek, farklı fikirlere tahammül göstermeyi bir erdem haline getirmektir. Cehaletle savaş, okullarda başlar ama orada bitmez; ailede, sokakta, medyada, siyasette ve sanatta da sürmelidir.

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK