DİN VE SİYASET ÜZERİNE

 

DİN VE SİYASET ÜZERİNE

Siyasetin merkezinde “iktidar kavramı” vardır.

Siyaset ilkçağlardan beri hep farklı şekilde yapılmıştır. Bu farklılık bazen liderden, bazen de egemen görüşlerden kaynaklanmaktadır. Aristo; siyaset pratik ahlaktır, demiştir. Siyaset dinlerin egemen olduğu ortaçağda; tolumun ortak iyiliğini ve adaleti sağlamak, şeklinde tarif edilmiştir. Yeniçağla birlikte menfaatlerin elde edilmesi için kullanılan bir araç olarak algılanıp tanımlanmaya başlamıştır. Siyaset, toplumu yönetme ve güç kullanma diye de tanımlanmıştır.

Toplumdaki çeşitli gruplar ve sermaye siyasal iktidarı elde etmek, onunla kendi görüşlerini ve menfaatlerini gerçekleştirmek amacı güderler.

Siyaset; toplumu yönetme ehliyetine sahip ve buna talip olanlarla toplum arasında ekonomik, siyasal, kültürel ve inançla ilgili ilgi bir sözleşmedir. Bu sözleşmelerin yerine getirilip getirilmediğini denetleyen ve yaptırımı olan mekanizmalara sahip olmalıdır.

Hicretten evvel bir cemaat başkanının görevlerini yerine getiren Hz. Peygamber, Medine’de bir devlet başkanının bazı görevlerini üstenmiştir. Hz. Peygamber vefat ettiğinde müslümanların bir toplumu ve yurtları vardı.  

Ahlak, iman ve ibadetin bireyde davranış olması ve bunların toplumda siyaset, hukuk, ekonomi ve eğitime ilkeler olarak yansıması gerçek din(dar)in ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Hukuk, siyaset, ekonomi ve eğitim; ahlak, iman ve ibadetten koparıldığı zaman şekil/ezber/doğmatik/muhafazakâr dini zuhur eder. Ahlak, iman ve ibadetin ruh ve ilkeler olarak devlet erki olan; hukuk, siyaset, ekonomi ve eğitime sirayet etmesi onu din devleti kılmadığı gibi, ahlak ve imandan siteril bir hale getirilen devlet insana rağmen (robotlara hitap eden) kurgulanmış bir erktir, güçtür. Bu devlet kendine göre insan/toplum inşa eder. Oysa esas olan toplumun kendine göre devlet inşa etmesidir. İnsanın menfaati için tesis ettiği devlet aygıtı artık onu tehdit eden bir unsur olmuştur. “Besle kargayı oysun gözünü” sözü hakikate inkılâp etmiş görünüyor.

Din, tarihi süreçte din adamları(!) tarafından dogmaya dönüştürülmüştür. Allah’ın boyası iken Allah’ın sopası haline getirilmiştir. Annelerin “Allah seni yakar”, “Allah seni taş eder” gibi sözleri bunun delidir. Böylece, şifa zehire, hidayet dalalete, iman itikada inkılâp etmiştir. Bu dönüşümden sonra, dinin üç gayesinde eksen kayması meydana gelmiştir. Tevhidin yerine şirk, vicdanın yerine heva, adaletin yerine zulüm ikame edilmiştir. Tevhit ulûhiyetin, vicdan ahlakın, adalet siyasetin sigortasıdır. Hâsılı kelam, tedavülde sigortası attırılmış, meta haline getirilmiş bir din tüketime sunulmuştur. Genetiği değiştirilmiş din, genetiği değiştirilmiş meyve ve sebze gibi şifa iken zehir oluyor.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra yerine geçecek isim konusunda herhangi bir işarette bulunmaması da devlet yönetimi ve siyaset açısından son derece önemlidir. Yani devletin başına geçecek isim konusundaki kararı tamamen müminlerin iradesine bırakmıştır. Eğer Peygamber kendisinden sonra gelecek isimle ilgili bir vasiyette bulunmuş olsaydı, belki de sultanlıkların ya da krallıkların önünü açmış olacaktı. Böyle bir yolu tercih etmemiştir. Çünkü İslam, bir krallık ve sultanlık rejimi değildir. Aslında dinle siyaset arasındaki problemler, dört halifeden sonraki yıllara kadar dayanmaktadır. Sahabe arasında daha o günlerde başlayan siyasi ayrılıklar ve çatışmalar zaman içinde giderek bir inanç haline getirildiği için din-siyaset ilişkisi hep bir sorun alanı oluşturmuştur.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ