İNSANLAR DİNDEN NİÇİN UZAKLAŞIR?
İNSANLAR DİNDEN NİÇİN UZAKLAŞIR?
Kur’an,
farklı düzeylerdeki insanların aklına, vicdanına ve ruhuna hitap eder. İmanın
baskı ve zorlama ile değil kişinin imana kendisinin hür iradesiyle sahip
olmasını hedefler. Vahyi kabul etmeleri için muhataplarını düşünmeye çağırarak
ikna metodunu benimser (Nisâ 4/82; Mâide 5/104; Sebe 34/46). Yanlışta ısrar
edenlerin ve inkâr edenlerin de bulunacağı belirtilir (En’âm 6/7, 11, 124).
Ancak bu kimseleri yerer.
İnsanın
doğasında dindarlık eğilimi ve duygusu vardır. Dini yapılar, dindarlığın
kendilerinin nüfuz alanları olduğunu, bu alanda söz söyleme ayrıcalığının
sadece kendilerine ait olduğunu iddia ederler. Dindarlığı kendi tapulu
arazileri olarak görürler. Ezber bozan veya Kur’an’a dayalı bir dindarlık
sergileyenleri de kâfirlikle suçlarlar.
Dini
yapılar, kutsal adına konuştuklarını iddia ederek insanların duyguları ve düşünceleri
üzerinde vesayet kurmanın peşindedirler. Dini yapılarda Allah konuşmaz. Allah’ı
kendi adına konuştururlar. Allah adına konuştuğunu iddia edenler, akla, bilime, ahlaka ve maneviyata düşmanlık
beslemektedirler. Allah adına konuşmak
Kur’an’dan konuşmaktır.
Rabbin
yoluna hikmetle, güzel öğütle çağrılmasının ve muhataplarla en güzel şekilde
mücadele edilmesinin emredilmesi (Nahl 16/125), dini inanç ve değerlerin
verilmesinde bir metot ortaya koymaktadır. Allah’ın Hz. Peygambere hitaben,
“Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp
giderlerdi” (Âl-i İmrân 2/159) şeklinde buyurması sert ve baskıya dayalı bir
yaklaşımın yerildiğine bir işarettir. Vahyi insanlara ulaştıran Hz. Peygamberin
ilâhî emirleri tebliğ edip açıkladıktan sonra bunları bizzat uygulayarak,
insanları var oluşun ve hayatın anlamını düşünmeye çağırıp, bunun yollarını göstermesi
dikkat çekicidir. Buna göre baskı ve korkuya dayalı din eğitimi, Kur’an’a uygun
düşmemektedir.
Dinin
siyaset ve devlet aygıtına dönüşmesi, dinin din olmaktan çıkması anlamına
gelmektedir. Ahlak ve maneviyattan ziyade siyaset ve devlet olma iddiasındaki
bir din, insanlığa ahlaki ve manevi mesajlar sunamazlar. Devlet ve siyaset
aracı olan din, insanlar üzerinde kurulan tahakkümü beslemektedir. Bu durumda
insanlar, dini adaletle değil, zulümle özdeşleştirirler. Din adına yapılan
zulüm, insanları dinden uzaklaştırmaktadır. Ülkemizde dini,
siyaseti ve seçimleri bir gören, siyasal tercihleri dinin iman esası
olarak dayatan dinbaz siyasetperestler hep varolmuştur.
Mahatma
Gandhi’nin şu sözü sanki Müslümanları anlatıyor: “Bizi yok edecekler şunlardır: İlkesiz
siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama
karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana
itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı.” Mahatma Gandhi
Tarikatlar
ve cemaatler, Müslüman toplumların refah, hukuk, özgürlük ve barış açısından
gelişmelerine katkı sunan oluşumlar olmaktan uzaktırlar. Müslüman toplumlar,
tarikatların ve cemaatlerin kendilerine ne kaybettirdiklerini sağlıklı, olgun
ve rasyonel bir nitelikte bilmemekte, anlamamakta ve
değerlendirememektedirler. Yalanlara ve yanılgılara hizmet eden bir dinin,
insanlığa hak ve hakikat adına söyledikleri inandırıcı ve ikna edici olarak
görülmemektedir. İnsanlar, yalan ve yanılgı olarak dine güvenmemekte ve
inanmamaktadırlar. Din adına söylenilenlerin yalan veya hakikat olup olmadığı
sürekli olarak sorgulanmalı, eleştirilmeli ve değerlendirilmelidir. Bunun da
sağlaması ancak Kur’an’la olur.
Tarikat
ve cemaatlerin hedefi, insan ve İslam değildir. Tarikatlar ve cemaatler,
iktidarı hedefleyen yapılardır. Toplumda insan üzerinde siyasal, kurumsal,
ekonomik, kültürel, psikolojik iktidarlarını gerçekleştirmek her tarikat ve
cemaatin birincil asli varlık nedenidir. Din, çoğu zaman servet edinmenin,
ekonomik çıkar sağlamanın yolu olarak kullanılmaktadır. Dinin para ve servet
elde etmenin aracı haline getirilmesi, dinin maddiyata köle edilmesi anlamına
gelmektedir. Paraya kul eden ve ettiren bir dinin, insan için sahici bir
maneviyat yolu olması mümkün değildir. Dinin ekonomik ve ticari kar aracına
dönüşmesi, din üzerinden insanları soyan bir hırsızlar sınıfının oluşmasına
neden olmaktadır. Türkiye’de sağcı siyasetçilerin yaptığı tam da budur. İnsanlar,
din adına mallarını ve emeklerini çalan hırsızlardan nefret etmektedirler.
İslamcı
siyasetin ayrımcılığı, torpili ve her konuyu dine referans etme alışkanlığının
genel ahlâk kurallarının yerine geçirmesi de dinden uzaklaşma sebebidir.
Tarihte
övünç kaynağı olabilecek siyasi reçetelerin olmaması, tam aksine insanlık adına
işlenen cinayet ve zulümlerin adreslerden birinin de İslamcılık olması. Ayrıca
İslam tarihinde gizlenen utanç verici kötü örneklerin öğrenilmesi, İslamcılık
anlayışının pratiğindeki sorunları gün yüzüne çıkması da dinden uzaklaşmaya
sebep olmaktadır.
İnsanlar,
dinden güzellik, iyilik, doğruluk, barış, adalet, ahlak ve özgürlük çıkmasını
beklerler. Dindar olduğunu iddia eden insanlar ve gruplardan yolsuzluk,
hırsızlık, ahlaksızlık, zulüm, nefret, çirkinlik, kötülük, şiddet, cehalet ve vicdansızlık aktığı
görüldüğünde din, artık ahlakın, barışın ve adaletin kaynağı olarak görülmemeye
başlanmaktadır. Din adına kişilerin yaptığı yolsuzluklar, hırsızlıklar,
yağmalar, barbarlıklar ve şerler, insanların dinle aralarına mesafe koymalarına
yol açmaktadır. İnsanlar, dinlerin ne söylediğinden ziyade, din mensuplarının
ahlaklı yaşayıp yaşamadıklarına bakarlar. İnsanları dine yabancılaştıran en
önemli şey, din adına yapılan ahlaksızlıklardır.
Afganistan
ve Suudi Arabistan gibi kadın haklarını kısıtlayan ülkelerden hareketle İslam
sorgulanmaktadır. Aslında din adına zaman zaman kadınlara haksız muameleler
yapıldığı hatta ayetlerin anlaşılması ve uygulamaya geçirilmesinde erkek egemen
bir zihniyet etkin olmaktadır. Kadın haklarının ne olduğunun fark edilmediği
bir dünyada Vedâ Hutbesi’nde kadın haklarından bahsedilmişken bugün yaşanan
durum ileri değil, geriye gidişin bir işareti olsa gerek.
Dinin
amacı, insanları mürid yapmak değildir. İnsanlar, artık mürid olarak değil,
özgür ve onurlu olarak yaşamak istiyorlar. Dinler, insanın varoluşunu
gerçekleştirmesine hizmet eden araçlar oldukları sürece anlamlı ve
değerlidirler. İnsanlar, dine değil, dinler insanlara hizmet etmelidirler. İnsanlar, anlam
arayışına cevap aramaktadırlar. Dini yapılar ise, insanları kendilerine hizmet
etmeye çağırmaktadır bu da insanları dinden uzaklaşmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder