DİNİN (İSLAM’IN) GELECEĞİ
DİNİN
(İSLAM’IN) GELECEĞİ
Gelecek hakkında konuşmak
için yakın veya uzak geçmişe bakmaktan doğan bazı genellemelere dayanmak
gerekmektedir. Hatta bunda bile önceden kestirilemez birçok şey söz konusudur.
Geleceğe dair tahminler, ya geleceği inşadır ya kurgudur ya da geçmişteki verilere
bakarak geleceği sosyolojik olarak yorumlamaktır. İnsanlığın geleceğinde dinin
ne olacağı ve gelecekteki dinin ne olacağı büyük bir soru olarak karşımızda
durmaktadır.
İnsanlığın dini tecrübesi
ışığında insanların ve toplumların inançlarıyla kurduğu ilişkinin sürekli
olarak değiştiğini görüyoruz. Dinle ilişkilendirilen kurumlar, kaynaklar,
kişiler, semboller, ritüeller sürekli bir değişim içindedirler. Dinin
geleceğine dair bir tahminde bulunabilmek yüzde yüz tutmayabileceği gibi,
gelecekteki dinin hiçbir şekilde geçmiştekinin aynısı olmayacağını
söyleyebiliriz. Gelecekte dini alanda hiçbir şey, eskisi gibi olmayacaktır.
Dinin, gelecekte yoluna devam edebilmesi için yeni hikâyeye ihtiyacı vardır.
Yani Hz. Peygamberin 23 yıllık hikâyesini çağa taşımaktır.
İslâmî değerlerin
modernizmle nasıl uzlaştırılması gerektiğinde devamlı bir kriz söz konusudur.
Marksizm, entelektüel ve bir bakıma da mânevî yönden kriz içinde olmaya devam
edecektir. Böylece, Çin'de Budizm, Rusya'da Ortodoksluk ve Orta Asya'da İslâm gibi
alternatifler, daha açık bir şekilde gün yüzüne çıkacak görünüyor. Günümüzde,
tarihte ilk defa yaşanan bir insani durumu yaşamaktayız. Günümüzde bilgi,
çocuk-yetişkin, kadın-erkek ayırımı olmadan herkes için ulaşılabilir hale
gelmiştir. Bu durum, herkesin din dahil her şeyin bilgisine ulaşmasını
sağlamaktadır. Aileler, dini kurumlar ve otoriteler, çocuklara ve mensuplarına
hangi bilginin verilip verilmeyeceğini kontrol edememektedirler. Ebeveynler,
dine dair hangi değerli unsuru çocuklarına öğreteceklerini
belirleyememektedirler. Çocuklar ve yetişkinler, kendi dinleri ve diğer
inançlarla ilgili bilgileri sınırsız bir şekilde öğrenmektedirler. Dinin
geleceğini, doğru bilgiye ulaşabilme belirleyecektir.
Müslümanların cehalet,
ihtilaf, tembellik ve din ve siyaseti özdeşleştirme gibi dört büyük düşmanı
var. Bu dört düşman müslümanları her geçen gün daha geriye götürmektedir. Adeta
zihinlere vurulmuş prangalar gibi. Bu düşmanlardan kurtulmanın ilacı
Kur’an’dır.
Cehaletin tedavisi ilimdir.
“Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme. Çünkü işitme, görme ve gönül;
bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra/36)
İhtilafın tedavisi
ittifaktır. “Allah'a ve resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin.
Çözülüp gevşersiniz, sonra gücünüz gider. Sabredin. Allah sabredenlerle
beraberdir.” (Enfal/46)
Tembelliğin tedavisi
çalışmaktır. “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm/39)
Din ile siyaseti
özdeşleştirme yanlışının tedavisi adalettir. “Ey iman edenler! Allah için
adaleti ayakta tutan şahitler olun. Bir topluluğa olan hıncınız sizi
tarafsızlıktan alıkoymasın. Tarafsız olun. Bu, takvaya daha yakındır. Allah’a
karşı takvalı olun. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide/8)
Dinin geleceğini kurtarmanın
bir yolu da onu tarikat ve cemaatlerden kurtarmaktır. Çünkü tarikat ve
cemaatler dini Kur’an dan koparmışlardır. Oysa dinin tek kaynağı Kur’an’dır.
Kur’an’dan koparılan din ise hurafe, asılsız yorumlardan ibarettir. İnsanlar
tarikat ve cemaatlerdeki asılsız söylemlerden rahatsız olmaktadır ve dinden
kopmaktadırlar. Tarikat ve cemaatlerde ise bireyin düşünme, eleştirme hakkı
yoktur.
Din adamları, dini kurumlar
ve otoriteler, sürekli olarak bütün insani sorunların çözümünün ve çaresinin
dinde olduğunu söylemektedirler. Her şeyin çözümünü ve cevabını din vermektedir
şeklindeki anlayış giderek değişmektedir. Oysa dine ait soru ve sorunları din
çözer yaklaşımı benimsenmelidir. Bir de dinin varlığı sorundur, yokluğu
çözümdür şeklindeki bu anlayış vardır. Bu anlayış bireysel, sosyal, psikolojik
ve kültürel sorunlardan dini sorumlu tutmaktadır. Her sorunun çözümünü dinden
beklemek de dinin varlığını sorun olarak görmekte bir zihin tutulmasıdır.
Günümüzde insanların bir
arada olması için dini bir hikâyeye, kurallara ve kurumlara duyulan ihtiyaç
önemli ölçüde azalmıştır. İnsanlar, günümüzde sosyal ilişkilerinin büyük
bölümünü artık sanal alemde yaşamaktadırlar. İnsanlığın sanal toplumlar gerçeği
ortaya çıkmıştır. Çok kültürlü toplumlarda bir arada yaşayabilmek için artık
tek bir dini hikâyeye ihtiyaç duyulmamaktadır.
İnsanoğlu, insanca
yaşayabilmenin ortak paydasını kaybetmiştir. İnsanca yaşamayı mümkün kılacak
yeni bir ortak paydaya ihtiyaç vardır. Aşağıdaki şartlar dine yönelişi
hızlandıracak gibi görünüyor:
İnsanoğlunun şimdiye kadar
oluşturduğu birikim yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Modernite geleneği
yıkmış; ancak alternatifini üretememiştir. Popüler kültür, insanların geçmişi
sağlıklı bir şekilde değerlendirmelerini engellemektedir. İnsanların sağlıklı
bir tarih bilincine ihtiyaçları vardır.
Batılılar, özeleştiri
imkânını kaybetmişlerdir. Sahip olunan güçten kaynaklanan aşırı güven duygusu,
bütün insanlığa zarar vermeye başlamıştır.
Bütün insanlık, ileri
düzeyde "varoluşsal engellenme" ile karşı karşıyadır. Dünyanın
efendileri, kendi çıkarları doğrultusunda bir insan ve toplum yaratmaya
çalışmaktadırlar.
Batı uygarlığı, insanları
"varoluşsal boşluk" içine
sürüklemiştir.
İnsanların "varoluşsal
nihai kaygıları", gittikçe derinleşmektedir; ölüm korkusu artmaktadır;
insanlar kendilerini daha yalnız hissetmektedirler; özgürlükler yok
edilmektedir; hayatın anlamı konusundaki belirsizlikler insanları
saldırganlığa, şiddet ve teröre, intiharlara zorlamaktadır.
İnsanların "yaşam,
güvenlik, ait olma ve şefkat, saygı ve özsaygı, kendini gerçekleştirme gibi
temel gereksinimleri" sağlıklı bir şekilde karşılanmamaktadır.
Batı uygarlığı,
Hıristiyanlık damgası taşımasına rağmen, Tanrı'yı hayatın dışına itmiştir.
Tarihsel tecrübe, insanın Tanrı'sız yapamadığını göstermektedir. Tanrı'yı
unutan insan, ya tanrılık iddiasına kalkışır; ya da köleliği, ezilmişliği
içselleştirerek, önüne çıkan her şeyi tanrılaştırma yoluna gider. İnsan, insan
olabilmek için Tanrı'ya muhtaçtır. Tanrı'nın varlığı düşüncesi bile, insanın
insan olma onurunu hissetmesi açısından yeterlidir.
Dinin geleceği
müntesiplerinin veya anlam arayışı içinde olan insanların Kur'an'daki kurucu
ilkelerden hareketle, onun insanlığa getirdiği bakış açısının farkındalığında
olmalarına bağlıdır. Bazı önemli özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür:
İnsan, akıl ve hür irade sahibi,
yaratıcı yeteneklerle donatılmış, en güzel şekilde yaratılmış bir varlıktır.
İnsanın yaratılış amacı, Tanrı'yı bilmek ve doğru anlamaktır. (Mu’minun/115;
Zariyat/56)
Her insan, doğru bilgiye ve
belgeye dayalı olarak hareket etmeli; zanla hareket etmemeli ve bilmediği şeyin
peşinden gitmemelidir. (İsra/36)
İnsan, tarihsel bir
varlıktır; ancak, tarihin esiri olmamak için, geçmişi iyi bilmeli; tarih bilgi
ve bilincine sahip olmamalıdır. Atalar dinini terk etmeli, geçmişin her şeyini kutsayıp her şeyini alma
toptancılığından vazgeçmelidir. [İnsanlar arasında barışı yerleştirmek için
çalışırlar. (Hucurat/10); İnsanlar
arasında her zaman adaleti gözetirler. (Nisa/134); “Bilmedikleri konuları
ehline danışıp sorarlar.” (Nahl/43]
Bir şeyin çok sayıda insan tarafından
benimsenmiş olması, gelenek haline dönüşmesi, onun doğruluğunun kanıtı olamaz.
Kur'an'ın dilinde geleneğin sorgusuz sualsiz kabul edilmesi, "atalar
dini"ne uymak anlamına gelir. (Bakara/200; Maide/104)
Kur'an, bütün peygamberlerin
çağrısının özünü Tevhid'in oluşturduğunu söyler ve af edilmeyecek tek günahın
"Allah'a eş koşmak" olduğuna dikkat çeker. (Nisa/48,116)
Yorumlar
Yorum Gönder