SÜRÜLEŞ(TİR)ME
SÜRÜLEŞ(TİR)ME
İslam
siyasetinde “çoban-sürü ilişkisi” kavramı, hem siyasi hem de ahlaki bir metafor
olarak önemli bir yer tutar. Müslümanların tarih boyunca
"sürüleştirilmesi" (yani eleştirel düşünceden uzaklaştırılması,
itaatkâr ve edilgen hale getirilmesi) meselesi; dinî, siyasi, kültürel ve
toplumsal faktörlerin iç içe geçtiği çok katmanlı bir konudur. Bu soruya cevap
verirken ideolojik genellemelerden kaçınarak ama eleştirel bir perspektifle
yaklaşmak önemlidir.
Mâverdî, El-Ahkâmü’s-Sultâniyye’de “Halifenin görevi adaleti tesis etmek, dini ve
dünyevi düzeni korumaktır. Yönetici bir “raî”dir (çoban) ve “ümmet” onun
sürüsüdür.” demektedir.
Hz. Peygamber Sonrası Siyasi İktidarın Ele
Geçirilmesi
Hz. Muhammed’in vefatından sonra halifelik
makamı üzerinde çıkan tartışmalar (Sıffin Savaşı, Kerbela gibi olaylar), İslam
toplumunu derinden etkiledi. Bu dönemde,
Saltanat dine sızdı. Emevîler ile
birlikte halifelik, dinî bir görev olmaktan çok siyasi bir saltanat haline
geldi. Halife artık hem dini hem de siyasi liderdi ve bu iktidar, halkın
biatını sorgusuz sualsiz istemekteydi. Dini metinler araçsallaştırıldı.
İktidarlar, itaat kültürünü pekiştirmek için hadisleri ve bazı ayetleri belirli
şekilde yorumlayarak kullandılar (örneğin: “Ulul emre itaat” gibi ayetlerin
yorumları). Eleştirel düşüncen bastırıldı. Farklı mezheplerin ve fıkıh
okullarının görüşleri, siyasi otoriteyi tehdit ettikleri gerekçesiyle
bastırıldı.
Emeviler,
Abbasiler ve Osmanlıda yönetim “Çoban-Sürü İlişkisi” kodu üzerine
kurulmuştur. Kuzey Arabistan’da (çölde) ise, bir birinden bağımsız kabileler
yaşıyordu. İslam bu bölgede doğdu. Bu bölge, Pers ve Bizans İmparatorluklarının
politik nüfuzu altındaydı. Bağımsız kabileler, yarımadada politik nitelikli
sorunlarını, yaşlılardan ve eşraftan oluşan “Şura” heyeti ile çözüyorlardı
(Ehlu’l-hall ve’l-akd= sorunları çözen ve bağlayan). Kur’an, bu yolu, müminlere
tavsiye etti (3/159, 42/38).
Abbâsî ve Sonrası
Abbâsî döneminde bilimsel gelişmeler yaşansa
da zamanla, Ulemâ sınıfı siyasete entegre oldu. Devlet, din adamlarını
maaşa bağlayarak halkı kontrol altına almanın bir aracı olarak kullandı. Taklit
kültürü yaygınlaştı. Özellikle fıkıh alanında “ictihad kapısı kapandı”
söylemiyle bireysel düşüncenin önüne geçildi. Mezhep taassubu arttı.
Farklı düşünceler sapkınlıkla yaftalanarak bastırıldı. Bu da toplumsal tek
tipleşmeyi ve düşünsel ataleti besledi.
Sufi Tarikatlar ve Kitlesel Teslimiyet
Tarikatlar
kör itaat kültürü oluşturdu: Şeyhe mutlak bağlılık, aklın ve bireysel sorumluluğun önüne
geçti. Müslümanlara mistik anlayışla dünyadan el etek çektirildi. Bu da
toplumsal ve siyasi sorunlara karşı tepkisizlik doğurdu. Tasavvuf ’un, üçüncü
yüzyıldan itibaren örgütlenerek Şeyh-müritlerden oluşan Tarikatlar, bu politik
yapıyı iyice pekiştirdi. Çünkü şeyhler, müritler ile olması gereken ilişkiyi,
“Ölü yıkayıcısı-cenaze” ilişkisi olarak vazettiler. Müritlerin, şeyhte veya
Allah’ta yok olmalarını (Fena) talep ettiler.
İslam, kabile
dayanışmasının üzerine bir iman kardeşliği (millet), bir de bunun üzerine,
-farklı dinden ve dillerden de olsa- adalet ve eşitliğe dayanan “Ümmet”
birlikteliğini birlikteliğini oluşturdu. Dört Halife döneminde “Şura” ilkesi ve
kardeşlik, nispî olarak varlığını sürdürdü. Ancak, kurumsal bir yapıya dönüştürülemediğinden
dolayı, Kabile Asabiyeti (Kureyşlilik) baskın geldi. Sonunda kabilecilik
temelli “Çoban-Sürü” koduna dayanan imparatorluk (Emevi-Abbasi) yapısına
geçildi. Şura ilkesi, politik alanda halka sorumluluk-yetki verirken;
Saltanat-Hilafet yapısında yetkiler, sorumluluklar, Çoban’a devredildi. Halk da
sürüleştirildi. Şiîlik, “Masum İmam”
teorisi ile halkın yönetme ve denetleme yetkisini elinden aldı. Sünnilik de,
sırası ile Allah, Peygamber, Kabile (Kureyş), Halife, Sultan=Devlet dolayımı
ile halkın egemenlik yetkisini (Şura) devredilmez, bölünmez ve sınırlandırılmaz
olmak üzere elinden almıştır. (İlhami Güler)
İslam mukallitlerden
değil muhakkiklerden oluşan, bir toplum oluşturmayı hedeflemişti: Şu
ayetler, bu gerçeği ifade eder: “Hakkında sağlam bilgin olmayan konuların
peşine takılma/körü-körüne/mukallitçe kabullenme. Çünkü bilgi aktların
(kulak-göz ve kalp), bundan sorguya çekilecektir.” (17/36). “… Peygamber,
insanların üzerine (din adamları tarafından yüklenmiş) ağır yükleri kaldırır ve
onların boyunlarına vurulmuş zincirleri çözer.” (17/157). Ahirette müşrikler,
şöyle diyecekler: “Biz, önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de, bizi
doğru yoldan saptırdılar.” (33/67). Bu itiraf, mazeret olarak kabul
edilmeyeceği için, kendi kendilerine şöyle diyecekler: “Keşke, filanı dost
edinmeseydim.” (25/28). “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü, -Allah’ın
yarattığı fıtrat olarak- dine çevir. Allah’ın yaratmasında bir değişme olmaz.
Bu, dosdoğru dindir; ancak, insanların çoğu bilmez.” (30/30). Kur’an, ilahi
bir rahmet ve hatırlatma (tezkire) olarak, insanın vicdanını keskinleştirerek
onları gelenek, tarih ve toplum zindanlarından özgürleştirmeye çalışır.
Saltanat
rejimi ile halkın “şura” yolu ile siyasi sorumluluk üstlenmekten uzaklaştırılması,
müslümanları sürüleştirdi. Mü’minlerin, Hz. Muhammed’e “Bizi gözet-bizi güt
(Raina)” demelerine, Allah, itiraz ederek, “Bize bak/bizi muhatap al (unzurna)”
demelerini önermişti (2/104). Allah’ın oluşturmak istediği toplumu,
Müslümanlar, kulak ardı etti. Alimlerde(!) , bu durumu, “olması gereken” olarak
meşrulaştırdı.
Osmanlı yıkıldıktan
sonra, halkı müslüman olan ülkelerde modern Ulus-Devletler kabile devletleri,
tek parti devletleri, askeri diktatörlükler kuruldu. Uzun süren “çoban-sürü” ve
“şeyh-mürit” ilişkisi, buralarda şuraya dayanan yönetimlerin kurulmasını
engelliyor. Böyle bir teşebbüs olan “Arap Baharı”, kısa sürede her yerde berbat
bir kışa dönüştü. Bu yapılar dini kullandı. Halkta dalkavuklaştı. Ve kendine
verilene razı olarak, yukarının tasarruflarını, “Bal tutan, parmağını yalar.”
Mantığıyla meşru gördü. Çoban-sürü ilişkisine güzelleme yapanlar, bu kodu,
çobanın “sorumluluk” duygusu açısından ele alırlar da; halkın siyasi
sorumluluğundan kaçışından, türbinden sahaya inmekten, elini taşın altına
sokmaktan kaçınarak sürüleşmesinden hiç bahsetmezler. Sürü, sorumluluğun ve
özgür insan olmanın reddidir. Devletten “sosyal yardım” alan insan sayısının, korkunç sayılara ulaşması, bu ruhun (onursuzluğun) bir sonucudur.
Sonuç: “Bir
toplum, kendini değiştirmedikçe; Allah, onların durumunu değiştirmez.” (13/11).
Müslümanların sürüleştirilmesi, İslam’ın özünden değil; onun
araçsallaştırılmasından, eleştirel düşüncenin bastırılmasından, eğitimsizlikten,
otoriter rejimlerden ve dini istismar eden sınıflardan
kaynaklanır. Bu süreci tersine çevirmek ancak eleştirel düşünceyi teşvik
eden, özgürlükçü, adalet ve ilim temelli bir anlayışla
mümkündür.
Yorumlar
Yorum Gönder