DİN ADAMLARINI RAB EDİNMEK

 

DİN ADAMLARINI RAB EDİNMEK

Din adamlarının toplumların eğitiminde önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Toplumlar dini, bilgi sahibi olan kişilerden öğrenirler. Ama bunların bir imtiyazları yoktur. Yahudilik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük, Brahmanizm gibi dinlerde din adamları özel bir konumda görülmüş, bir ruhban sınıfı oluşmuştur. Ancak İslam dininde bir ruhban (din adamı) sınıfı yoktur. İslam’da liyakat sahibi her kişi din eğitimi ve diğer hizmetlerde görev alabilir. Din eğitimi ve hizmeti verenler için faklı bir konum, statü, ya da imtiyaz yoktur. Allah’ın hükümlerinde bir değişiklik yapmaları, ilahi hükümlere ters bir hüküm vermeleri söz konu değildir. Allah’ın hükümleri yerine kişilerin arzu ve iradeleri doğrultusunda hüküm verilir de toplumda onlara uyarsa bu, onların ilahlaştırılması, rab edinilmesidir. Kur’an Yahudi ve Hıristiyanların bilginlerini ve din adamlarını rab edindiklerini haber vererek Müslümanları bu konuda uyarmıştır: Onlar Allah'ın peşi sıra, hahamlarını ve rahiplerini rabler edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar tek bir ilaha kulluk etmekle emrolundular. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştuklarından münezzehtir.” (Tevbe/31)

Ayette geçen “rabler” den maksat, ahbar (bilgin) ve ruhbanlarına, her türlü emir ve yasaklarına itaat etmeleridir. Rivayet olunduğuna göre Adiyb. Hatim, henüz Hıristiyan iken bir gün Hz. Peygamber’e geldi. Hz. Peygamber o esnada Tevbe suresini okuyordu. O bu ayete gelince, Adiy: Ben Peygamber’e “Biz, onlara tapmıyoruz ki” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber; onlar Allah’ın helal kıldığını haram kılmıyorlar mı, bundan dolayı siz de onları haram kabul etmiyor musunuz? Yine o ruhban ve ahbar olanlar Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal saymıyorlar mı? Böylece sizler onları helal kabul etmiyor musunuz? Buyurdu. Ben de, “Evet” deyince Hz. Peygamber; “İşte bu onlara ibadet etmek demektir” buyurdu.[1]

Müfessir Fahreddin er-Razî,“Rab edinme” hususunda şunları söylüyor: Cahiller ve Haşviyye, şeyhlerine ve imamlarına saygıda çok aşırıya kaçtıkları için bazen onların tabiatları “hulul” ve “ittihad” inancına meyletmektedir. Bu şeyh, dünya peşinde ve dinden uzak biri ise, kendisine uyanlara, işin onların dediği ve inandığı gibi olduğu fikrini vermektedir. Razi tefsirine devamla şunları kaydediyor: Ben, dinden uzak bazı düzenbaz şeyhlerin, kendilerine tabi olanlara ve taraftarlarına, kendisine secde etmelerini emrettiğini ve onlara: “Sizler benim kullarımsınız” dediğini gördüm. İşte böylece o, taraftarlarına, hulûl ve ittihad fikrini telkin ettiğini, bahusus kendisine tabi olan bazı ahmaklarla baş başa kaldığında çoğu zaman uluhiyyet iddiasında bile bulunduğunu tespit ettim.

Günümüzde şahid olunan bazı durumlar, asırlar öncesinden Allah’ın Kur’an’daki ikazlarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Kur’an’da verilen mesaj ve hükümlere uyulmadığında, Allah’ın ayetleri kasıtlı ya da kasıtsız göz ardı edildiğinde Müslümanların itikadi anlamda ne gibi olumsuzluklara savrulduğu görülmektedir.

Kur’an’ın haber vererek mü’minleri uyardığı din adamlarını rab edinme sapkınlığı sadece Yahudi ve Hristiyanlar özgü bir durum değildir, cemaat ve tarikatlarda da mevcuttur. Ve bu bir Yahudileşme temayülüdür. Ne yazık ki Kur’an’ın bu uyarısını gözden kaçıran birçok kişi farklı platformlarda aynı tehlike ile karşı karşıyadır. Farkına varmadan birilerine Allah’ın kendilerine bağışladığı en büyük nimet olan hürriyetlerini teslim etmekte, gönüllü köleliği kabul etmektedirler. Allah’ın sadece kendisi için istediği kulluğu kendileri gibi bir insana yapmaktadırlar. Namazın her rekâtında okudukları Fatiha suresinde “Sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz” dedikleri halde peşinden gittikleri liderlerinden medet istemektedirler. Onun dediklerini emir bilmekte, en ufak bir eleştiriyi yapmayı büyük günah saymaktadırlar. Hz. Ebubekir halife tayin edildiğinde “Ey mü’minler ben sizin en hayırlınız olmadığım halde halife seçildim. Eğer Allah’ın kitabı Kur’an’a ve Resulünün sünnetine uygun davranırsam bana uyunuz. Eğer bunlara uygun hareket etmezsem beni kılıçlarınızla düzeltiniz” derken, günümüzde farklı platformlarda birçok insan liderine kayıtsız şartsız teslim olmakta, ona gönüllü kölelik yapmaktadır. İnsanlardan hiç birinin ilahlık taslayıp, insanlardan kulluk isteyemeyeceğini Kur’an şöyle bildirir: Allah’ın kendisine kitabı, hükmü ve nübüvveti vermesinden sonra hiçbir beşerin insanlara: “Allah'ın peşi sıra bana da kulluk edin.” demesi olacak şey değildir. Ancak: “Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitaba göre rabbaniler olun.” der. (Al-i İmran/79)

İslamda hiçbir şahsın diğer şahıslara nazaran ayrıcalıklı bir mevkii söz konusu değildir. Takva konusunda ileri düzeyde olan bir mü’minin Allah’a daha yakın olması dışında her hangi bir üstünlüğü yoktur. “…Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır…” (Hucurat/13). Alim ilmiyle temayüz eder, ancak bu ona özel bir imtiyaz sağlamaz. Alim Allah’a kulluğunu en iyi şekilde icra etmekle mükelleftir. Alim, Allah’ın dinini öğrenme, ilim sahibi olma ve ahlaki anlamda yol gösterir. İslam âdab ve ahlakı gereği, hoca-talebe ilişkisi çerçevesinde saygılı olmak vardır. Hocaya duyulması gereken saygı dışında ona faklı bir şekilde muamele etmek, ona üstünlük atfetmek, onu dokunulmaz ve ulaşılmaz kılmak dinde yoktur.

Sonuç olarak, bugün gerek alimlere, gerekse onlara tabi olan kimselere düşen önemli sorumluluklar vardır. Alimler, yahut herhangi bir kademede bir irşad görevini üstlenmiş olan kimseler, arkadan gelenleri, araştırıp tevhit ehli ve Allah'ın kitabını her şeyin üzerinde tutacak bir şekilde yetiştirmelidir. Kendilerini putlaştırmamalarını söylemelidir. Alimlere uyanlar da edenler de söylenen sözleri ciddiye almalı, bunları tevazu ve nezaket gereği söylenmiş sözler sanmamalıdırlar. Şeyhimiz, liderimiz, abimiz, hocamız, üstadımız her şeyi bilir deyip Allah’ın kitabını arkalarına atmamalıdır. Tabii, böyle bir bilinci aşılamayan kimselerin ardına düşmenin büyük tehlikeleri de beraberinde getireceği unutulmamalıdır.

Allah'ın helal ettiğini kimse haram edemez. Allah'ın haram ettiğini kimse helal edemez. Peygamber'e dahi helalleri haram, haramları helal kılma yetkisi verilmemiştir. Peygamberlerin varisleri olan âlimlere de bu yetki verilmemiştir. Cemaat, tarikat, kuruluş önderlerine de bu yetki verilmemiştir. Allah ve Resûlü bir konuda bir hüküm verdiği zaman da Müslüman erkek ya da kadınlara seçme hakkı verilmemiştir (Ahzab/36).



[1] Zemahşeri, Razi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK