DÜNYEVİLEŞMENİN PANZEHİRLERİ
DÜNYEVİLEŞMENİN
PANZEHİRLERİ
(Takva, İnfak, İsar)
Takva
Kur’an fıtrattan
kopuşu engellemek için takvayı bize sunar. Allah, insana yol azığı olarak
takvayı göstermiştir. Allah insan
fıtratına fücur ve takvayı kodlamıştır. “Nefse ve onu biçimlendirene, sonra ona
fücurunu (: günaha meyli) ve takvasını (: sorumluluk ve duyarlılık bilincini)
ilham edene (yemin olsun ki).” Şems/8-9). Sonraki ayetlerde de insan hangi
kodlamayı işletmişse ya kazanan ya kaybeden olacağı vurgulanmıştır. “Nefsini
arındıran kurtulmuştur. Onu kirletip örten ise kayba uğramıştır.”
Muttakiler Kur’an’da
hep övgüyle anılmışlardır. Allah muttakilerin velisidir (korucusu) (43/19), muttakileri
sever (43/19), muttakilerle beraberdir (2/194, 9/36), muttakilere güzel bir
gelecek vardır (38/35), ahiret muttakiler içindir (43/35), muttakiler güvenli
bir makamdadır (44/51), cennetler ve her türlü nimetler muttakiler içindir
(13/35; 52/17; 68/34; 78/31-36).
Takva, Allah’ı hesaba
katarak yaşamaktır. Her yerde ve her şartta ne olursa olsun, Allah’ın emirleri
doğrultusunda olmak insanı takvalı olmaya, takva da dünyevileşmemeye götürür.
Takva elbisesini
(7/26) giymek ve takva azığıyla (2/197)
rızıklanmak, takva ayetlerinin gösterdiği anlam sahasının gerektirdiği
davranışların oluşturduğu imanın zirvesine talip olmaktır.
Takva elbisesi, mümini
hayra götüren iç dinamik ve Allah’ın rızasını kazandıracak en büyük amildir.
Takva Allah’ın en önemli değer yargısıdır. Bu hakikata Hucurat Suresi 13. ayet
işaret etmektedir. “Elbet Allah katında en üstününüz, O’na karşı sorumluluk
bilinci (takvası) en güçlü olanınızdır”.
Kur’an’da Allah ile
insan arasında önerilen ideal ahlak ilişkisi, “takva” kavramı ile ifade edilir.
Takva, ahlaki, ilmi ve epistemolojik bir kavramdır.
Takva vicdanın salih
amelidir. Tıpkı merhamet gibi, şefkat gibi, adalet gibi… Çekirdeğin/tohumun
ucundaki minik rüşeym ağaç olmak için nasıl çekirdeğin geri kalanına depolanmış
olan ‘azık’ (endosperm) ile takviye ediliyorsa, takva sahibi insan da “korunmak
ve sakınmak” için özel bir bilinç tarafından beslenmelidir. İşte o özel bilince
işin ehli olan Japon âlim Toshihiko İzutsu “sorumluluk bilinci” adını
vermiştir. (Mustafa İslamoğlu)
İnfak
Sözlükte “tükenmek,
tamamlanmak, son bulmak” mânasındaki nefk kökünden
türetilen infâk “bitirmek, yok etmek; yoksul düşmek” gibi anlamlara
gelirse de daha çok “para veya malı elden çıkarmak” mânasında kullanılmaktadır.
Dinî-ahlâkî bir terim olarak genellikle “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme
amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî
yardımda bulunması” demektir (DİA, Mustafa Çağrıcı).
Bakara sûresi
261-274. ayetlerde infakın önemi, amacı, hangi mallardan kimlere ve nasıl
verileceği, karşılığında vaad edilen ödüller ayrıntılı biçimde zikredilir. Bu
açıklamalar şu şekilde özetlenebilir: a) İnfak ve tasadduk
gösterişten uzak, yalnız Allah rızâsı için yapılmalıdır. b) İnfakta
bulunan kişi onu alıp kabul edenin onurunu zedeleyecek davranışlardan
kaçınmalıdır. c) Yapılan yardım en iyi ve en kaliteli mallardan
seçilmelidir. d) İnfakın yerine ulaşması için gerçek ihtiyaç
sahipleri tesbit edilmelidir.
1.Helal maldan
vermek; (Muminun-51)
2.Sevilen, değerli
maldan vermek; (Bakara-267)
3.İnfakta acele
etmek; (Munafikun-10)
4.Gizli yapmak (Bakara-271)
5.Özendirici olacaksa
açıktan vermek; (Tevbe-103)
6.Verirken
incitmemek; (Bakara-262)
7.İnfak ederken
gösteriş yapmamak; (Bakara-264)
Kur’an’da üç şey
“Allah yolunda” (fî sebilillah) kaydı düşülerek emredilir: Cihad,
hicret, infak.
İnfakı anlamanın ve
sindirmenin yolu, vahyin inşa ettiği bir servet tasavvuruna sahip olmaktan
geçer. Bu tasavvurun yaslanacağı akide de, tevhid akidesidir. “Mülk kimindir?”
sorusuna Kur’an’ın defaatle verdiği cevap açıktır: Mülk Allah’ındır. Peki, ya
mülkten insanın payına düşene ne demeli? Şu bir hakikat ki, bu pay insana
emanet olarak verilmiştir. Zira insan bu cihana sahip olmak için değil şahit
olmak için gelmiştir. Serveti imana şahit kılmak lazımdır. Bu ise, servete
mülkiyet değil emanet gözüyle bakmakla gerçekleşir.
İsâr
Sözlükte “bir şeyi
veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme” mânasına
gelen îsâr ahlâk terimi olarak “bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde
bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere
kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” demektir. Cürcânî
îsârı, “kişinin başkasının yarar ve çıkarını kendi çıkarına tercih etmesi veya
bir zarardan öncelikle onu koruması” şeklinde tarif ederek bu anlayışın din
kardeşliğinin en ileri derecesi olduğunu belirtir. Îsâr anlamında Batı
dillerinde kullanılan altrüizm karşılığında modern Arapça’da daha
çok gayriyye, Türkçe’de diğerkâmlık ve özgecilik terimleri
kullanılmaktadır. Bir kimsenin cömertlikte îsâr derecesine ulaşabilmesi için
ikram ettiği şeye kendisinin fiilen muhtaç durumda bulunması şart değildir;
önemli olan, muhtaç olsa dahi başkasını kendisine tercih edebilecek bir ahlâk
anlayışına ve irade gücüne sahip bulunmasıdır (DİA, Mustafa Çağrıcı).
Îsâr kavramı
Kur’ân’da dört ayette (Yûsuf 12/91; Tâhâ 20/72; Nâziât 79/38; A‘lâ 87/16) sözlük
mânasında, bir ayette de (Haşr 59/9) terim anlamında kullanılmıştır.
1 - A'lâ Sûresi
87/16: "Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Ahiret/ ebedî yurt
daha hayırlı ve bâkîdir."
2- Nâziât Sûresi
79/38: "... ve dünya hayatını tercih ederse..." yani dünya hayatını
öne geçirir, kendisini büsbütün dünyaya verir, ahireti için hiç hazırlık
yapmazsa. .
3- Tâ Hâ Sûresi 20/
72: "Sihirbazlar Firavun'a: 'Bize gelen bu açık delillere/mucizelere ve
bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz' dediler."
4- Yûsuf Sûresi
12/91: Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri Yusuf'a: "Allah'a yemin olsun k i Allah
seni bize üstün kıldı. Biz hata ettik, günahkârız, kusurluyuz, dediler."
İsâr, terim olarak
Haşr Sûresi'nin 9'ncu ayetinde kullanılmakta olup anlamı şöyledir:
"Onlardan önce Medine'yi yurt edinmiş olup da imanı gönüllerine
yerleştiren kimseler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara
verilenlerden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar, çekememezlik
hissetmezler. Aksine kendileri zaruret içerisinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler/ kendilerinden önde tutarlar. K i m böyle nefsinin
hırs ve cimriliğinden korunursa, işte kurtuluşa erenler onlardır." (Haşr,
59/9)
Yorumlar
Yorum Gönder