KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ
KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ
Kevser
Suresi Kur’an’ın ilk indirilen surelerinden birisidir. Mekke’de nazil olmuştur.
Konu özellikleri açısından tamamen peygamberimize hitap eden üç sureden (Duhâ
ve İnşirâh )biri olmasıdır. Duhâ ve İnşirâh sureleri Kevser Suresi’nden önce
nazil olmuştur. Yine Kevser Suresi’nden önce inen diğer bazı surelere
baktığımız zaman onların birtakım ayetlerinde de Peygamberimizin bizzat
kendisine hitap edildiğini görürüz. Alak, Kalem, Müzemmil ve Müddessir sureleri
gibi. İlk inen surelerin, risalet görevi kendisine tevdi edilen birisine önemli
ölçüde konuşması onu inşa etmeyi gözettiğini düşündürmektedir. Duhâ, İnşirâh ve
Kevser Surelerinin hepsinde de Allah, peygamberimize verdiği nimetlerden
bahsetmektedir. Dönemin inkârcılarının Hz. Peygambere baskı uygulamalarına
karşılık, Allah bahşettiği nimetler ile onu korumaya alıp teselli etmektedir. Kevser
Suresi Mekke döneminin başlarında nazil olmuştur. Medine’de indiğini
söyleyenler varsa da üslûp Mekkîdir ve alimlerin çoğunluğu Kevser Suresi’nin
Mekke’de indiği görüşündedir. Bu nedenle salât kavramının vahiy semantiğinde
kullanılmasının da henüz erken dönemleridir. Sözlüklerde verilen farklı
anlamları da göz önünde bulundurmamız gereklidir. Surenin, risaletin ilk
zamanlarında nazil olması henüz kurban ibadetinin mevzubahis olmadığı bir
dönemi kapsadığını gösteriyor. Buna dikkat çekmemizin sebebi surede genellikle
kurban kesmek şeklinde anlaşılan “nahr” kelimesinin geçmesidir. Yöntemimiz
gereği Kevser Suresi’nde geçen salât odak kelimesinin etrafında bulunan diğer
anahtar kelimelerin ne anlamlara geldiğini sözlükler yardımı ile tespit etmeye
çalışacağız. Bunlardan ilki “Biz sana Kevseri verdik” biçiminde birinci ayette
geçen “kevser” kelimesidir.
Kevser: Kur’an semantiği içinde kelimenin
hangi anlamlarda kullanıldığı önemlidir. Râğıp Kur’an’daki ayetlerden hareketle
“Kevser” kelimesinin nicelik ifade ettiğini söyler.[1]
Kur’an’da “kesure” kökünden türeyen
kelimeler dikkate alındığında daha çok nicelik anlamında kullanıldığı
görülmektedir. Aşağıdaki ayetlerde farklı türevlerinin kullanımlarına örnekler
verilmiştir.
“Nice
peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok (kesir) kimse savaşmıştır. Allah
yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun
eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever” (Âl-i İmrân 3/146).
“Atalarım
İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir ortak koşmak bize
yaraşmaz; bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfudur; fakat insanların çoğu
(eksere) şükretmez dedi” (Yusuf 12/38).
Bir
anlamı da mal ve nesep çokluğudur. “Çoklukla (Tekâsür) övünmek sizi oyaladı.”
(Tekâsür 102/1). “Kevser” fev’ale vezninden olup aşırı derecede çokluk ifade
eder.
Bağavî,
ibn Abbas’tan naklettiği bir rivayette Kevser’in çok hayır anlamına geldiğini
söyler.[2]
Maddi manevi çok hayır demektir.[3]
Buraya kadar aktardıklarımızdan Kevser kelimesinin hem nicelik
hem de nitelik anlamında çokluğu ifade ettiğini anlamış olduk. Kevser Suresi’nin
Hz. Peygambere hitap ettiğini göz önüne alarak bu çokluk ne anlama gelebilir.
Nicelik bakımından Allah’ın sevdiği elçisine verdiği tüm uhrevi hayırların
sayısız çoklukta olmasıdır. Cennetteki nimetler sınırsız bir şekilde ve
sınırsız bir zaman içinde kendisine verilecektir. Ayeti kerime gelecekte olacak
bir olayı mazi fiil ile dile getirerek sanki olmuş gibi kesinlik katmaktadır.
Bu da anlatımı daha da kuvvetlendirmektedir. Dünyadaki nicelik karşılığı ise
ona tabi olan kimselerin sayısının fazlalığı ve kıyamete kadar varlığının devam
etmesidir. Nitelik anlamında ise Allah’ın vahyin iletilmesinde kendisini
seçmesidir. Onu son peygamber seçmiş (Ahzâb, 33/40) ve âlemlere rahmet olarak
belirlemiştir (Enbiyâ, 21/107). Tebliğde başarı nasip etmiştir. “Kevser”
kelimesi surenin semantik bağlamı içinde asıl olarak manevi ve uhrevi bir anlam
kazanmaktadır. Son resul olarak seçilmesi,
Kur’an’ın kendisine gönderilmesi bu manevi ve uhrevi anlamın göstergeleridir.
Kelimenin içerdiği bu anlam diğer kavramları anlamamıza katkıda bulunacaktır.
“Nahr” sözlükte göğsün gerdanlık kısmıdır ve
bir ayın başı ve sonu olarak da kullanılır. Bu durumda sanki kendisinden önceki
ayı sonrakinden ayırmaktadır.[4]
Kevser Suresi’nde geçen “ve’nhar” kelimesini şehvetin bağından kurtulmak için
nefsi yenmeye bir teşviktir şeklinde anlayanların olduğunu da aktarmaktadır.[5]
Konu ile ilgili olarak Zebidî ise, göğsün üst kısmı olduğunu belirttikten sonra
diğer anlamlarını da verir. Göğsün bizzat kendisi olduğu da söylenmiştir.
Gerdanlık takılan yerdir. Yaralamak, boğazın göğsün üst kısmından başlangıç
yeridir, zilhiccenin onuncu günü, cimrilik etmek, mücadele etmek, atın
göğsündeki iki damar, mecaz olarak günün ve ayın başı demektir. Namazda göğsünü
dik tutmak, namazda göğsünü kıbleye yöneltmek, namazda sağ elini göğsün üzerine
koymaktır. Besâir ’den naklen: nefsi öldürmek, şehveti yok etmek, nefsi
hevasından uzak tutmaktır.[6]
Dinde
kurban ibadetinin henüz olmadığı bir dönemde Kevser Suresi’nde geçen ve’nhar
kelimesinden kurban emrinin anlaşılması doğru gözükmemektedir. Risaletin ilk
dönemlerinde kurban ibadetinin vaki olmadığı rivayetlerde açıktır. Kurban
ibadeti kapsamı içinde devenin dışındaki koyun, sığır gibi diğer hayvanlar da
olmasına rağmen nahr kelimesi sadece deve kesmeyi ifade eden bir anlamı ile
vardır. Bu da göstermektedir ki nahr kelimesi ile kurban ibadeti kast
edilmemektedir. Eğer kurban ibadeti kast edilecek olsaydı o zaman diğer
hayvanları da kapsayıcı başka bir kelime kullanılması gerekirdi.
Ebter
kelimesinin ne anlama geldiğini görmek için
ilk önce er-Râğıp’ın müfredatına bakıyoruz. Kelimenin kökü “betere” bir
kimsenin onu takip eden arkasının olmaması demektir. Bir kimseye ebter
dendiğinde ise hayırlı bir şekilde anılmasının kesilmesi demektir. Ebatir
kelimesi de akrabalık yakınlık ilişkilerini kesen kimse için kullanılır. Teşbih
yolu ile Allah’ın adının anılmadığı işler için de ebter denilmektedir. Kevser Suresi’ndeki
ifadeler müşriklerin psikolojik baskılarına bir cevap niteliğinde geldiği
düşüncesini uyandırmaktadır. Müşrikler zannetmişlerdi ki Muhammed’in (as) ölümü
ile birlikte nesli tükenecek ve kimse onu anmayacak.[7]
İbn Atiyye el-Endülüsî ise ebter kelimesinin o kimsenin Allah’ın rahmetinden
mahrum olmasıdır dedikten sonra Katade’den naklen hakir ve zelil anlamına
geldiğini de aktarır.[8]
Konu ile ilgili olarak el- Hatipte de şunu söyler: Her hayırdan kesilmek,
zenginlik ve faydalanmaktan mahrum olma anlamına gelir.[9]
Yukarıda
yaptığımız alıntılardan anlaşılacağı üzere ebter kelimesi hayırdan uzak kalmak
anlamında kullanılmaktadır. Akrabalardan ilişkiyi kesmek bir hayırsızlık durumu
olması hasebiyle bunun içinde ebter denilmiştir. Hayırdan uzak kalmak
nimetlerden istifade edememeyi beraberinde getirir. Allah gerçekte müşriklerin
hayırdan mahrum olduklarını belirtmektedir. Hayrın sahibi Allah’tır. Onu kime
verdiğini surenin başında belirtmiştir. Ebter kelimesinden nesebin
devamsızlığını anlamak gerçeklere uygun düşmemektedir. Çünkü müşriklerin
nesepleri devam etmektedir.
Peygamberimiz
için ebter demenin anlamı "erkek evlattan kesik olmak" mânâsı değil,
aksine "kendilerine muhalefet edilen Mekke ulularından, dolayısıyla
onlarla birlikte olmanın nimetlerinden mahrum bulunmak" mânâsını vermek
daha uygundur. Nitekim "Biz sana birçok hayır, birçok nimet verdik"
anlamındaki ilk ayet bu açıklamaları doğrulamaktadır (Dücane Cündioğlu, 2005b:
23-24 Ocak).
Kevser
Suresi’nde geçen salât kelimesinin tahlili konusunda kavramın anlamlarına
baktığımızda nüzûl zamanına en uygun anlamın “bağlılıkta devamlılık” olduğunu
görmekteyiz. Bu anlamı bize el-Ezherî (h.v.370) vermektedir.[10]
Surenin
odak kelimesi olarak ele aldığımız salât kavramının anahtar kelimeleri olan
kevser, nahr ve ebter'i yukarıda anlamaya çalıştık. Kevser kelimesi
ihsan edilen her türlü nimettir. Nahr kelimesi, kurban kesmek anlamından
öte göğsünü Allah'a dönmek, bir çeşit onu yüceltmek, onun sözünü dinlenir
bilmek, onun dışında her şeyden yüz çevirmek şeklinde anlaşılabilir. Ebter
kelimesinin ise soyu kesik olmanın dışında hayırlardan uzak kalmak, dünyada
hidayet, ahirette cennet nimetlerinden mahrum olmak, hayırla anılmamak gibi
anlamlara geldiğini görmekteyiz. Anahtar kelimeler üzerinde yaptığımız
araştırma bağlamı tespit çalışmasıdır. Kelimeler bağlamları ile birlikte
anlaşılabilir. Bu bağlam sadece metin boyutu ile sınırlı da tutulamaz. Metnin oluşturulduğu
zaman dilimi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapı gibi metin dışı unsurlarda
bağlam kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Salât kavramını da doğru anlamak
için bağlamını dikkate almamız gerekir. Gerek metnin oluştuğu dönem olan metin
dışı bağlam gerekse metin içi bağlam salât kelimesini namaz anlamından daha
geniş bir anlam ile buluşturmaktadır. Namaz anlamını tamamen dışarıda
tutmamakla birlikte, asıl anlamın kendisine peygamberlik verilen Hz Peygamberin
tamamen Allah'a yönelmesi, ona dua etmesi, onu tek merkez olarak tanıması, tüm
hayırların kapısı bilmesi, asıl nimetin ondan gelen olduğunu kavramasıdır.
Müşrik toplumun soyutlama çalışmalarının, bir takım sosyal imkânlardan onu
mahrum etmesinin, gerçek mahrumiyet olmadığı, asıl mahrumiyetin yaratıcıya
yönelmemek olduğu ve Kevser’i veren kimsenin kendisine bağlanılmayı hak ettiği
anlamları vardır. Sonuçta Kevser Suresi’ndeki salât kavramının öncelikli
olarak, “bağlılıkta devamlılık” anlamı ile dikkate alınması gerektiğini
düşünüyoruz.
Mekke’nin başlarında
kronolojik olarak 15. sırada indirilen bir surede “venhar” kelimesine “kurban
kes” karşılığını vermek pek makul
görünmüyor. Çünkü Mekki Surelerde ibadete ve ahkâma dair ayetlere yer
verilmemektedir. Bu zamanlarda müslümanlar zaten fakru zaruret içindeydi. Buna
bir de kurban ibadeti eklemek bir tutarsızlık oluşturmaktadır. Kurban ibadeti de hicrettin ikinci senesinde
uygulanmaya başlamıştır. Salat’a namaz anlamını vermek de kronolojik
açıdan mümkün değil çünkü namaz hicretten bir buçuk yıl önce emredilmiştir. Hem
Kur’an’da namaz emirleri “egımissalete, yugîmunessalate” kipleriyle
verilmektedir.
[1] Rağıp
el-İsfehani, Müfredat-ül-Kur’an
[2] Bağavî,
1997:VIII,554
[3] Kasimî:
2003: IX, 554
[4] Rağıp
el-İsfehani, Müfredat-ül-Kur’an
[5] Rağıp
el-İsfehani, Müfredat-ül-Kur’an
[6]
ez-ZEBİDÎ, Murtaza Hüseyni el-Vasıtî,
Tâcu’l-Ârus min Cevâhiri’l-Kâmus
[7] Rağıp
el-İsfehani, Müfredat-ül-Kur’an
[8] İBN
ATİYYE, el-Endelüsi Abdü’l-Hak, 2002. el-Muharraru’l-Vecîz fi Tefsiri’l-
Kitabi’l-Azîz,
[9] el-HATİP,
et-Tefsiru’l-Kur’an’i li’l-Kur’an
[10] el-EZHERÎ,
Muhammed b. Ahmed, 2001, Tehzibu’l-Luğa
Yorumlar
Yorum Gönder