İMAN - AMEL İLİŞKİSİ

 

İMAN - AMEL İLİŞKİSİ

Kur'an'da, salih amel doğrudan doğruya imanla ilişkilendirilmiş ve imana bağlanmıştır. Önce, tövbe ve gerçeklere iman, ardında doğru olanı yapmak gelir.

Bu sebeple de salih amelin açıklandığı çoğu ayet, “..innellezîne âmenû ve amülûs- sâlihât"[1]  diye başlar. Bunun anlamı şudur. "İnanıp, salihat işleyenler..."

Salih amel, imansız olamayacağı gibi, iman da salih amelsiz olamaz.

İman ve amel birbirini tamamlayan ve açıklayan bir bütünün iki yarısıdır. Et ve tırnak gibidir. Her ne kadar kelamcılar tartışmalarında asırlarca amel imandan bir cüz müdür; değil midir? “İman, sadece kalbin tasdikinden mi ibarettir; yoksa dil ile ikrar ve amelen ispat mıdır?” sorularına farklı cevaplar vermişlerse de, görünen odur ki; Allah cennete gidebilmenin şartını Kur’an’da her zaman “salih amel” olarak hatırlatmıştır.

İman, aslında kuru bir bilgi değildir. Amel ile hayat bulan bir bilinçtir. Amelsiz ve etkisiz kuru bir “inandım” sözü, kuru bir yaprak gibidir.

İman-amel ilişkisi hususunda Kur’an’ın konuya yaklaşımı ortaya konulurken iman ve amel köklerinin geçtiği belli pasajlardan yola çıkmak yerine, imanın dünyevi ve uhrevi gayesi esas alınmalıdır. Problem, uhrevi felah/fevzi azim ve uhrevi azap/hüsranın yanı sıra, ‘Allah’ın sevdiği, razı olduğu beraber olduğu, başarılı kıldığı’ kişiliklerle ‘sevmediği yüz üstü bıraktığı, saptırdığı, lanetlediği, gazap ettiği’ kişiliklerin tutum ve davranışları bağlamında incelenmelidir.[2]

Kur’an imanı tanımlayıp mümini buna göre tanımlamak yerine, mümini tanımlayıp imanı buna göre belirlemektedir.[3]  Mü’minun suresinin ilk ayetleri buna delidir:

“Mü'minler gerçekten felah bulmuştur; Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır; Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir; Onlar, zekata(arınmaya) ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir.  Ve onlar ırzlarını koruyanlardır;   Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir.  Fakat kim bundan ötesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. (Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.  Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır.” (Mu’minun, 1-9)

Allah insanı yeryüzünde denemek için yarattığına göre, bu deneme sadece kuru bir inandım ile sınırlı kalmasa gerektir. Kur’an’da İblis’ten bahsedilirken onun bilgisiz ve cahil biri olduğunu değil, aksine bilgili ve Allah’ı bir şekilde tanıyan; ancak, insanı (Adem’i) kendinden üstün görmek istemediği ve bu hususta Allah’ın emrine karşı geldiği için kâfir olarak isimlendirilen birisi olduğunu görüyoruz.

Demek ki, bilgiye rağmen itaatsizlik ve karşı koyuş kâfirlik anlamına geliyor.

İman, emniyette olmak, güven içinde olmak ve güven vermek anlamına gelir. İnsan ancak, Allah’ın buyruklarını yerine getirdiği zaman güvende olabilir. İnsanın Allah’a karşı sorumluluğunu kalben hissetmesi ise onu kesinlikle harekete geçirir. Çünkü, alemlerin Rabbine karşı sevgi ve saygı duygusu imanın ilk şartıdır. Allah sevgi ve saygısı tüm sevgi ve saygıların üzerinde olmalıdır. Aksi halde iman geçerli olmaz.

“Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a tutar, Allah’ı severcesine onları severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise daha kuvvetlidir…”(Bakara/165)

“De ki eğer atalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden konutlar, size Allah’tan ve Resulü’nden ve O’nun yolunda cihattan daha sevimliyse, artık Allah’ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasık bir topluma yol göstermez.” (Tevbe: 24)

Yukardaki ayeti kerimede de görüldüğü gibi Allah, bir takım dünyevi faydalar ve bağımlılıklar ile Allah ve Resulü ile onun kendi uğruna yapılacak mücadele arasında bir tercih yapıp, dünyevi olanı ön plana çıkarmayı fasıklık ve Allah’ın hidayetinden uzaklaşmak olarak nitelendiriyor.

İslami düşünce tarihinde, insanların içerisine düştüğü temel sapmalardan biri de, Allah'ın beyan ettiği iman-amel bütünlüğünü parçalamak ve amelsiz bir imanın da makbul olacağı yanılgısına düşmek olmuştur. Bu yanılgıya düşülmesindeki temel sebep, Kur’an’dan ayrılarak tarihteki siyasal erklerin dayattığı düşüncelere teslim olmaktır.

 

 

 



[1] Bakara/8, 25, 82, 277; Yunus/4, 9; Hud/23; Nur/47; Ankebut/2-3

[2] Murat SÜLÜN, Kur’an-ı Keri Açısından İman-Amel İlişkisi, s.420

[3] Murat SÜLÜN, Kur’an-ı Keri Açısından İman-Amel İlişkisi, s.304

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

KEVSER SURESİNİN İNCELENMESİ