TARİKATLARIN MEŞRUİYET SORUNU
TARİKATLARIN MEŞRUİYET
SORUNU
Kur’an 610-632 tarihleri arasında Arap yarımadasında
mevcut olan sosyolojik ve sosyal psikolojik olarak yerleşik dini, iktisadi,
hukuki, politik örfler/gelenekler, toplumsal yapılar, kurumlar toplamına itiraz
eden, başkaldıran, onların büyük bir bölümünü kıyasıya eleştiren, yeni bir “dünya
görüşü”, ortaya koymuştur. Metafizik,
ahlaki, toplumsal yeni ilkeler koymuştur. Yani her mevcut olanı, “olması
gereken” olarak görmemiştir. Mevcut olanların bir bölümünü ilga; bir bölümünü
de ıslah etmiştir. Hatta önceki şeriatlardan miadını doldurmuş hükümlerin bir
kısmını dahi “nesh” ederek onların yerine yenilerini getirmiş, onları yenilemiştir.
Erken dönemde oluşan Fıkıh ve Kelam disiplinlerinin,
Kur’an’da ortaya konan düşünce-duygu ve davranış boyutları ile dinsel ilişkiyi/hayatı
bütüncül olarak ortaya koyamaması; yönetimde Kur’an’ın tavsiye ettiği “şura”
yerine, Saltanatın ortaya çıkması ve neredeyse 100 yılı alan kabileciliğe
dayanan iç savaş, bir içerleme ve uçuklama olarak tasavvufu doğurmuştur.
İkinci yüzyılın ortalarından itibaren oluşan
“Tasavvuf” eğilimi, İslam’ın bireylere biçmiş olduğu genel sorumluluklardan
ciddi oranda koparak “zühd” kavramı altında, dünyadan ve toplumsal
sorumluluklardan uzaklaştırmışlardır. Otorite olarak da Yahudi ve
Hristiyanlıkta oluşan din adamlarına (Ahbar-Ruhban) benzer Veli, Şeyh, Gavs,
Kutup, Mehdi denilen kişileri icat etmiştir.
Tasavvufun meşruiyet sorununu maddeler halinde şöyle
özetleyebiliriz:
1- Bilgi, varlık ve ahlak anlayışı açısından meşru
değildir. Tasavvuf islamın epistemolojisini ilham ile, ontolojisini vahdet-i vücut
ile ve ahlak boyutunu da İbahilik ile bozmuştur. Bilgi, varlık ve ahlak ise
dinin üç sacayağıdır. Tassavvuf dinin üç temeline dinamit koymuş oluyor. Kur’an’da bilgi edinme yolları olarak vahiy,
akıl ve duyular (görme, işitme, koku alma, dokunma, tat alma) olarak
belirtilir. Tasavvuf bunların yerine ilhamı getirmiştir. Kur’an’da bütün mahlûkat
yaratılmış varlıklar olarak bildirilir. Dinde
haramlar ve helaller vardır bunlar ayetlerle sabittir. Tasavvufta ise her şey
mubahtır (İbahilik). Aslında bu madde tek başına tasavvufun Kur’an’a göre
meşruiyetinin olmadığını izaha çalışmaktadır. Ancak bu özetin özeti olacağından
izahata ihtiyaç vardır. Tasavvuf ise ontolojik varlığı inkâr ederek, Allah ile
varlığı aynı olarak kabul eder. “Vahdet-i vücûd teorisi üzerinde ne kadar
iyimser yorum yapılırsa yapılsın sonuçta yaratanla yaratılan arasındaki farkı
bu dereceye indirgeyen böyle bir anlayışta bir “tanrı insan” kavramı ortaya
çıkacak ve bu durum hak-bâtıl, sevap-günah, dindar-dinsiz, hatta din farkının
ortadan kalkmasına ve peygamberlik kurumunun anlamsız olduğu fikrine yol
açacaktır.”[1]
İbnü’l-Arabî’den sonra, başta onun felsefesinin
esasını oluşturan vahdet-i vücûd öğretisi olmak üzere ulûhiyyet, nübüvvet,
velâyet, hayır, şer, âhiret ahvâli ve din telakkisine ilişkin görüşleri tarih
boyunca tartışılagelmiştir. İbnü’l-Arabî’ye yöneltilen eleştiriler için de en
büyük payın vahdet-i vücûd telakkisine ait olduğu şüphesizdir. Onun bu
telakkisinin panteist bir nitelik taşımadığı kanaatine sahip olanların yanında
(yk.bk.) Ebü’l-Alâ Afîfî gibi konunun uzmanı sayılan bazı âlimler, vahdet-i
vücûd öğretisinin bir panteizm, İslâm’ın meşrû olmayan bir uzantısı olduğunu
ileri sürmüşlerdir (Muhyiddîn İbnu’l-Arabî’nin Tasavvuf Felsefesi, s. 75).[2]
2- İnsanın iradesine ipotek koymaları açısından meşru
değildir. Kur’an göre bireyler, hukuki kurallar çerçevesinde hür kişiler iken; tarikatlarda
müritler, kutsal kişinin emrinde, gassalın (ölü yıkayıcısı) elindeki ölü
gibidirler. Yani tarikatlar insanın iradesine ipotek koymuştur.
3- İslam da amel ve niyet bağını kopardığı için meşru
değildir. İslam’da ameller, niyet ve sonuçlarına göre değer kazanırken;
tarikatlarda niyetin samimi olması yeterli kabul edilerek, bu samimiyetin cehaletle
birleşmesinin doğurduğu korkunç sonuçlar ıskalanmıştır.
4- Şeyhleri günahsız hatasız görmek açısından meşru
değildir. Kur’an’a göre peygamberler ve sahabeleri eleştirilirken; tarikatlarda
şeyhlerin ve müritlerin eleştirilmesi yasaktır.
5- İslamda emek ve kazanç dengesini bozduğu için meşru
değildir. Bazı tarikatlar, değişik dönemlerde örgütlü yapılar olarak meczup, zayıf,
tembel, miskin insanların sığınağı olarak üretimden ve el emeğinden koparak
beleş yaşama merkezlerine dönüşmüştür.
6- Dinin hedefini saptırmaları açısından meşru
değildir. İslam, insanları her türlü dünyevi, ahlaki, politik sorunlar karşısında
sorumlu tutarken; müritlerin dini ajandası, bu hedeflerden soyutlanmış, salt
Allah ve ahirettir. Dinin davası, “Mülk” âleminden “Melekût” âlemine kaymıştır.
Yani Hristiyanlık gibi uhrevi bir din olmuştur.
Allah ile insanın arsındaki ilişki kulluk (dikey) insan ile mahlukat
arasındaki ilişki (yatay) arasında
kurulan denge bozularak dikey yürüyüş (miraç) asıl haline gelmiştir.
7- Kur’an’ın aktif iyi insan yetiştirmesine ters
olduğu için meşru değildir. Kur’an insanlar için cihadı, infakı ve ıslahı hedef
olarak koyarken; tarikatlar zikri, tesbihi, çileyi ve riyazeti din olarak
vazederler.
8- Kur’an’ın insan yetiştirme metoduna ters düşmesi açısından
meşru değildir. Tarikatlar, mümin bireyin karakterini, şahsiyetini,
Kur’an’ın genel kurallarına göre şekillendireceği yerde; Şeyhin, Velinin,
Gavsın, Kutbun, kişisel karakterine göre şekillendirir.
9- Kur’an’ın hakkaniyet ölçüsü çoğunluk olmadı için
meşru değildir. Tasavvuf
Kur’an’a arz edildiğinde ondan meşruiyet alması imkânsızdır. Dolayısıyla bu
yorumun, toplumsal (sosyal-psikolojik) bir hastalığın sosyolojik formasyon
olarak yaygınlaşması ve uzun sürmesi, onun bir tür çürüme olduğu gerçeğini
ortadan kaldıramaz.
10- İslama yeni ritüeller soktukları için meşru
değildir. Allah'ın gönderdiği hiçbir tarikat olmadığı gibi, görevlendirdiği
hiçbir şeyh de
yoktur. Tarikatlar, İslam içinde olduklarını iddia ederek İslam'ın dışında
kendilerine özgü ritüeller, kurallar, hiyerarşiler, müritlik ve şeyhlik
pozisyonlarını icat etmişlerdir.
11- İslama asılsız kurum ve makamlar soktukları için
meşru değildir. Allah, tevhit mesajını merkeze alan İslam'ı,
insanlığa fıtrat dini olarak göndermiştir. Fıtrat dini olan İslam'da dini bir
kurum, kilise, ruhban sınıfı, tarikat, mezhep, şeyh, mürit, kutup, gavs,
müceddit gibi kurguların hiçbiri bulunmamaktadır.
12- Paralel din ihdas ettikleri için meşru değildir. Bütün
tarikatlar, şeyhleriyle, ritüelleriyle ve ilişkileriyle din içinde uydurulmuş
alternatif dinlerdir. Tarikatlar konusunda gerçek tarikat-sahte tarikat
şeklinde bir ayırıma gerek olmadığı gibi, şeyhleri de sahte ve gerçek şeklinde
ayırmaya gerek yoktur.
13- Kula kulluğu ihdas ettikleri için meşru değildir. İslam, insanı başkalarına mürit, köle ve kul
yapan bütün yolları ve yapıları iptal etmiş ve kapatmıştır. İnsanın mürit
olmaya ihtiyacı olmadığı gibi, şeyhlere ve tarikatlara gereksinimi de yoktur.
14- Allah’tan rol çalma açısından meşru değildir. Dini
konularda Kur’an’ın otoritesi geçerli iken; tarikatlarda şeyhin otoritesi
geçerlidir. Yani dini otorite Allah’tan alınıp insana verilmiştir.
15-
Haram ve helal icat etme açısından meşru değildir. Vahdet-i vücut ehline göre haram
diye bir şey yok her şey onlara mubahtır.[3] Onlarda
zina ve livata normaldir.[4] Hatta
bazıları Allah’ın onlardan kulluk teklifi kaldırdığını onlara, başkalarının
üzerinde haram kıldığı her şeyi helal kılmış olduğunu iddia ederler. “İslam’da
insan kulluğu arttıkça sakındığı şeyler çoğalır. Tasavvuf’ta ise mertebe
arttıkça mükellefiyetler kalkar. Müptedi bir mutasavvıf ben hakkım diyemezken
seyri sülük’te ilerledikçe ben Allah’ım diyebilmektedir. Beyazıd-i Bistami
“Kendimi tespih ederim, benim şanım yücedir”, İbni Arabî “Yaratılan yaratılmış
olandır, ben o ve o benim” demesi gibi.[5]
16-
Dinin genetiğini bozdukları için meşru değildir. İslam’da hüküm zahire göredir. İnsanlar
arasındaki ilişkilerden hüküm çıkarılır. Tasavvufta ise asıl olan zahir değil
batındır. Batın gizli görünmeyen bilinmeyen demektir. Buna göre bilinmeyene
görünmeyene göre hareket etmek esastır. Mesela Şeyhi şarap sofrasında ya da
kadınla beraber olsa kalbini bozmamalı görünen böyle kim bilir mübarek zat
batında ne haldedir. Benim olayı böyle görmem bendendir demeli bu düşünce
zahiri değil de batını ölçü alanlar içindir. Bu durum üzere hareket edilince
yeryüzünü fesat alır. Doğrular eğri eğriler de doğrulaşır.[6]
17-
İslamın takva anlayışından uzak olduğu için meşru değildir. H. 3. asırda sufilik, tasavvufi bir boyut
kazanmıştır ve o zamana kadar arka planda kalan “felsefi-vahdeti vücut“cu
eğilimler, belirleyici olmuştur.
Ancak sufiliğin, takva aşamasından, vahdet-i vücut felsefesine
kayışta dış tesirlerin önemi ortadadır. Bu felsefi tesirlerin kaynaklarından en
önemli
birkaçı; Hıristiyanlık, Yeni-Platonculuk ve Budizm‘dir.
18-
Tasavvuf kaynağı açısından meşru değildir. Muhyiddin İbn-i
Arabî (560-638/1165-1240) sistemini kurarken çok farklı kaynak ve doktrinden
faydalanmıştır. O, İslâmî olup olmadığına bakmadan kendi görüşlerine uygun
düşecek her kaynağa başvurmakta bir sakınca görmemiştir. Ebu'l-Alâel-Afîfî’nin
(v.1386/1966) ifadesiyle; Belirli bir felsefe ya da tasavvufun, İbn-i Arabî'nin
bütün sisteminin yegâne kaynağı olduğunu söylemek fiilen imkânsızdır. Tabir
câizse, İbn-i Arabî'nin, her tarakta bezi vardı ve malzemesini her kaynaktan
elde etmekten çekinmemiştir. İbn-i Arabî, çoğunlukla bir Kur’an metnini alır,
İskenderiye Felsefe Mektebi'nin kurucusu Yahudî düşünür Philon/Filon (v.MS.50) ve
kilise babası Origenes (v.MS.254) üzerinde çalışanların pekiyi bildikleri bir
tarzda ondan kendi görüşünü çıkarırdı. El-Afîfî, İbn-i Arabî’nin dili ve
grameri bozma pahasına da olsa, Kur’an’ı (ve hadisleri) kendi vahdet-i vücûd
görüşüne uyacak şekilde yorumlamakta olduğunu, Kur’an’ın bazen Yeni Platoncu
bir sistem haline girdiğini, bazen de bir başka felsefe türüne büründüğünü ve
bu yüzden genellikle anladığımız şekilde Kur’an’ı bulmamızın güç olduğunu
söyler.
[1] Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi
[2] Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi
[3] Bkz: Ed-Debağ el-İbriz,
c.2, s.43
[4] Bkz. İbn’ul Cevzi, Telbis’u
İblis, s.25
[5] Ercümend Özkan, “Tasavvuf; Bir
Ayrı Din”, 14; Özkan, Tasavvuf ve İslam, 27
[6]
Ercümend Özkan,”Tasavvuf; Bir Ayrı Din”, İktibas, 14; Özkan, Tasavvuf ve İslam, 27
Yorumlar
Yorum Gönder