KUR’AN’DA AHLAK ESASLARI
KUR’AN’DA AHLAK ESASLARI
Ahlakın konusunu insanın karakteri, iyi ve kötünün
tespiti, iyiyi alıp kötüden kaçınma yolları, insanın yapması gereken
vazifeler oluşturur. Kur'ân, bilinen ahlak kitaplarındaki sisteme göre değil
de kendine mahsus sistematiği içerisinde eksiksiz bir ahlak sistemi
oluşturacak zenginlikte nazari prensipler ve ameli kurallar getirmiştir. İnsan
Kur'ân ahlakı sayesinde, davranışlarındaki güzel ve çirkin olanı anlar. Fazilet
ve aşırılıkları de kavrar. Zaten
ahlakın gayesi de budur.
Kur'ân’da ahlak kelimesi doğrudan geçmemekle birlikte iki yerde hulk kelimesi geçmektedir. Bununla birlikte Kur'ân'da ahlak ile ilgili pek çok kelime ve kavram yer almaktadır. Mesela, birr (iyilik), takva (Allah’a va yaratılmışlara karşı sorumluluk bilinci), amel-i salih (iyi-hayırlı işler yapma), istikamet (doğruluk), hüsün (güzel davranışlı olma), hayr (iyi), ma’ruf (iyilik) gibi iyi ahlaklı olmaya dair kelime ve kavramlardır. İsm (günah), dalâl (sapkınlık), fahşâ (çirkin söz ve davranış), münker (kötü), bağy (isyankârlık), seyyie kötü iş), hevâ (nefsin boş arzularına uyma), fısk (günahkârlık), fücûr (günah işlemek), zulüm gibi kötü ahlaklı olmayı ifade eden birçok kelime ve kavram vardır. Ayrıca pek çok ayette amel teriminin alanı, ahlaki davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur. Kur'ân’da nazarî ve amelî ahlakla ilgili çok zengin bilgi ve prensipler bulunmaktadır. Bunları şöyle maddeleştirmek mümkündür. 1. Kur’ân insanın sorumluluğuna geniş yer vermiştir. Sorumluluk insanın değerini ortaya koyan bir kavramdır. Sorumluluk ve sorumsuzluk, akıllı varlık olan insanla, akılsız varlıklar arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın emir ve yasaklarında insanın merkeze alındığı görülmektedir. İnsan Allah’tan sonra Peygamberine, değerlerine, kendisine, ailesine, çevresine ve tüm insanlara karşı sorumludur. Ahlaki sorumluluğun en bariz ifadesini, Oku kitabını, bugün nefsin sana hesap görücü olarak yeter… Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenemez. (İsra, 14-15) ayetlerinde buluyoruz. Ayrıca her nefsin kendi hazırladığını bileceği, içlerinden hiçbirinin bırakılmayacağı, davranışlarının her birinin tespit edilip yazılacağı, herkesin tek tek hesaba çekileceği; kulak, göz ve kalbin (akıl) sorumlu tutulacağı, dünyada verilen nimetlerin hesabının sorulacağı belirtilerek, sorumluluk kesin çizgilerle pekiştirilmiştir. (Bkz. Tekvir, 8114; İnfitar, 825; Kehf, 1847,49; Bakara, 2284; İsra, 1736; Tekasür, 1028) 1. Kur’ân’da sorumluluk için hürriyete geniş yer verilmiştir. Nasihat ve
öğütler verilmekle birlikte hürriyete müdahale edilmemiştir. Hür iradesini
kullanan insan, ya nefsini temizleyip gerçek mutluluğa erecek ya da nefsini
kötülükle karartıp ziyana uğrayacaktır. Bu yüzden sorumluluk-özgürlük
ilişkisini ölçülü kuramayanlara şeytan şöyle diyecektir: “İş hükme bağlanınca
şeytan der ki: "Allah size hakkı vadetti, ben de size bir vaatte
bulundum ancak size vadettiğim boşa çıktı. Benim size karşı bir gücüm yoktu.
Sizi yalnızca çağırdım, siz de bana geldiniz. Öyleyse beni kınamayın,
kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni
kurtarabilirsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım.
Gerçek şu ki zalimlere elim bir azap vardır." (İbrahim, 22) [Ayrıca bakınız:16/99; 29/38; 50/27] Ahlaki sorumluluk şuuru devam ettikçe, ahlak devamlılık gösterir. Bir toplum kendilerinde bulunan (güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez (Enfal, 53). Böylece ilahi adalet, nimetin değiştirilmesi ile insani sorumluluk arasında doğrudan ilişki kurmuştur. 2. Kur’ân’da ahlak, iman ve kulluk iç içedir. Kur’ân imanın yanı sıra kulluk etme ve güzel ahlaka sahip olma gereğine birçok ayette işaret eder. Bu ayetlerden birisi şöyledir: Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da onlar, affederler. Rablerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu o, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar. Kınanan ve cezalandırılacak olanlar, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlardır. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Fakat kim sabreder, affederse, şüphesiz bu çok önemli işlerdendir. (Şûrâ, 37-43)[1] 3. Kur’ân, ahlakta mecburilik ve mutlaklığı birleştiren bir vazife ahlakı sunar. Vazife, Kur’ânî ifade ile kulluk, gerekli ve zorunludur.(Hicr, 99) Yine vazife, genel, evrensel ve değişmez bir kaidedir. Bu umumiliği Kur’ân’ın “Ey insanlar!” şeklindeki hitabından anlıyoruz. Onun emir ve yasakları her yerde bütün insanlar için aynıdır. Vazife yapılabilir türdendir. Zira Allah, kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir. Son olarak vazife mutlaktır. Yani vazife, vazife olduğu için yapılır, menfaati veya hazları sağladığı için yapılmaz. Kur’ân, vazifeye bu açıdan bakarak, görevlerini yapan insanların anlayışlarını kendi dillerinden şöyle nakleder: “Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz.” (Dehr, 9) 4. Kur’ân ahlakında yükümlülüğün zaruriliği işlenir. Kur’ân’da bu durum, emir, kitabe ve fariza terimleriyle işlenir. Ameli ahlakta yükümlülük olmazsa, sorumluluk olmaz, sorumluluk ortadan kalkınca adaletin gerçekleşmesi mümkün olmaz. O zaman anarşi yaygınlaşır, düzen bozulur. Kur’ân, ahlaki yükümlülüğü açığa kavuşturmak için ahlaki hareketin iki düşmanını zikreder. Bunlar, düşünmeksizin nefsin isteklerine uyma ve körü körüne bağlılıktır. Bu sonuncuda aklın bütünüyle faaliyet dışı kaldığı ve bunun akıl almaz ölçüde bir şaşkınlık olduğu ifade edilmiştir. (Bkz. Sad, 26; Zuhruf, 22-23; Bakara, 170) Kur’ân, ahlaki yükümlülükleri koyarken işin yapılabilirliğine önem vermiş (Talak, 7; En’âm, 52; Bakara, 286), kolaylık prensibi getirmiş (Bakara, 185), hayatın gerçeklerini gözetmiş (Enfal, 65-66; Fetih, 17; Nisa, 98, 101) ve tedrici olarak hayır yarışına zemin hazırlamıştır. (Bkz. Bakara, 184, 237, 280; Furkan, 67) 5. Kur’ân’da ahlaki yükümlülükler bazı yaptırımlar ile takviye edilmiştir. Bunlar ahlaki, kanuni ve ilâhî yaptırımlardır. Kişinin kendi nefsine uyguladığı ahlaki yaptırımları tövbe, hatayı düzeltme ve kaza etme, günah ihtimali olan yollardan uzaklaşma şeklinde sayabiliriz. Kur’ân, insanların can, mal ve namuslarının korunmasını, insanın şeref ve haysiyetine uygun bir sosyal düzenin kurulmasını ahlaki bir zaruret saymıştır. Uyulmasını istediği kaideler yerine getirilmediği zamanlarda had, tazir gibi kanuni yaptırımları uygulama yoluna gitmiştir. Kur’ân, bu ceza uygulamalarıyla ahlaki hayat için en etkili yaptırımları getirerek, ahlakla hukuku birleştirmiştir. İlahi yaptırımlar ise, ahlakî ölçülere uyan yahut onları ihlal edenlerin dünyada ve ahirette karşılaşacakları mükâfat yahut cezayı içermektedir. Bu ilâhî yaptırım ahlaka, laik ahlakta bulunmayan bir derinlik kazandırır. 6. Kur’ân’da, hayır ahlakı işlenir. Böylece kötülük, fesat, bozulma ve nefsin hevasına uyma önlenebilecektir. Gözetilen ilkeler yerine nefsin heva ve hevesleri seçilirse, yeryüzünün mutlaka bozulacağı belirtilmiştir. (Bkz. Mü’minûn, 71; A’raf, 33; Kasas, 47) Kur’ân’da “hayır”, davranışların iç ve dış yönünü kapsayan, en güzel gayeleri içine alan anahtar kavramlardan biridir. Hayır, insanın Rabb’ine karşı ibadetinden, insanlarla olan ilişkilerine kadar her güzel davranışı içeren kapsamlı bir kavramdır. Kur’ân’da hayır, iman ve ibadet kavramlarıyla bir arada zikredilerek, hayır-ibadet ve hayır-iman ilişkisine geniş yer verilmiştir. Bu ilişki, ferdin ve toplumun bütün hayatını çevreleyen zengin bir içeriğe sahiptir. Kısacası hayır, Kur’ân toplumunun yolu ve ölçüsüdür. Körle gören, mü’minle fasık, karanlıkla aydınlık,
doğruyla eğri, cennetlikle cehennemlik bir olmadığı gibi hayırla şer de bir
olamaz. Kur’ân şerri, genel manada yasaklanan davranışlar olarak saymış, şirk
koşma, nefse zulmetme, tembellik, tefrika, haksız yere yeme içme, kibir ve
haset gibi hareketlerin hepsi şer kapsamına alınmıştır. Öyleyse bize düşen,
Kur’ân’ın hayır kapsamına aldığı güzellikleri yaşamak, şer olarak nitelediği
kötü düşünce ve davranışlardan da kaçınmak olacaktır. |
Yorumlar
Yorum Gönder