TAKLİT VE ATALAR KÜLTÜ
TaklİT ve Atalar Kültü
Taklit, delilsiz başkasının sözünün,
biri tarafından kabul edilmesidir.
İnsan doğasında, taklide karşı fıtrî
bir meyil vardır. İnsan hayatının ilk
dönemlerinden itibaren taklit sayesinde, davranışlarına yön verecek bilgileri
çevresinden öğrenir. Duyduğu seslerle
dili, ailesinin davranışlarıyla oturma- kalkma, yürüme, yeme-içme gibi
eylemleri taklitle öğrenmektedir. Hiç bir kimsenin bulunup taklit edilemediği dönemlerde
dahi, taklit olgusunun olmadığına hükmetmemiz yanlıştır. Hz. Âdem'in
çocuklarının olayını buna şahittir:
"Nihayet nefsi onu (Kabil'i),
kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden oldu.
Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri
eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil):'Yazık bana! Şu karga gibi olup da
kardeşimin cesedini gömmekten aciz oldum' dedi ve ettiğine yananlardan
oldu." (Maide/30-31)
Her topluluk örf ve adetlerini,
ananelerini, medeniyetini tamamıyla taklide borçludur. Bunlar da, insanın
toplumdan aldıklarını kendinden sonraki nesle aktarması ile meydana
gelmektedirler.
Yukarda verilen bilgilerin ışığı
altında, taklidin birinci üyesi olan ataları taklit etmek, insanoğlunun önemli
zaaflarından olmuştur. Bu tabiat istisnasız bütün fertlerde mevcuttur. Gabrial
Tarde ve Sartre'ye göre toplum, iradesiz bir taklit şebekesidir. Taklit, bir
nevi otomatizm, bir seyri filmenamdır (uyur gezer yürüyüşüdür). Biz cemiyetin
içinde taklidin tesirlerine bir otomat gibi tabi oluruz, demektedirler.[1]
Taklidin nedenleri olarak şunlar
sayılabilir: 1. Cehalet ve kendini bilmeme. 2. Özgürlük, hikmet ve hür
düşüncenin olmaması. 3. Tembellik, rahatlık ve keyfe düşkün olmak. 4. Kendine
güvenmeme ve kendini yeterli görmemenin eşlik ettiği aşağılık hissi. 5. Uzman
ve yeterli olduğu düşünülen ancak gerçekte böyle olmayan kişilerin peşine
düşme.
İslâm düşünürlerine göre taklit ile
örnek alma arasında fark vardır. Bu durum ayette şöyle ifade edilir: “Andolsun,
Allah’ın Resulünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman için ve Allah’ı
çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab/21). Hz. Peygamberi
örnek almakla taklit etmek bir değildir zira örnek almak bilinç ve akılla olur.
Örnek alma ile taklit arasında şu
farkların olduğu söylenebilir: 1. Taklide karşın örnek almada bilinç, akıl ve
istemli davranış esastır. 2. Taklit delilsiz, kaynağını bilmeksizin ve
amaçsızca tekrarlamadır. Örnek almada yetkinleşme istenci hâkimdir. 3. Taklide
karşın örnek almada içselleştirme faaliyeti vardır. 4. Örnek alma kişilikte
değişimlere neden olurken taklitte değişim yüzeyseldir. 5. Örnek almada
özgürlük, taklitte ise olumsuz anlamda mecburiyet vardır.
Cahili toplumların birçoğunda,
öğrendiğimiz kadarıyla oturmuş otoriter sistemler olmamakla beraber, atalar
dini ve gelenek toplumun önde gelen şahsiyetleri tarafından muhafaza ediyorlar
ve insanları bu değer yargılarına uymaya zorluyorlardı. Kur'ân'da bunu ifade
etmektedir:
Kâfirler, içlerinden
kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: "Bu, yalan
söyleyen bir sihirbazdır. İlahları, bir ilah mı kıldı? Doğrusu bu, şaşırtıcı
bir şey!" Onlardan önde gelen bir
grup öne atıldı: "Yürüyün, ilahlarınıza karşı bağlılıkta kararlı olun;
çünkü asıl istenen budur. Bunu, son millette (:dini yaşam tarzında) işitmedik;
bu sadece bir uydurmadır! [28/36; Zikir, içimizden ona mı indirildi?"
Doğrusu onlar, zikrimden yana kuşku içindedirler. Fakat onlar henüz azabımı
tatmadılar. (Sad/4-8)
Nitekim tarihe bakıldığında, İslâm'a
karşı gelen, toplumu ona karşı örgütleyen Mekke ve havalisinin ileri gelenleriydi.
Velid İbn Muğire,Nadr İbn Haris, Kelde İbn Üseyd İbn Halef, Abdullah İbn
Ümeyye, Hakem İbn Ebi'l-As İbn Ümeyye, Esved İbn Muttalib İbn Esed idi. Bunlar, insanların iman etmeleri
karşısında dikilerek halkı sindirme yoluna gitmişlerdir.
"Onlara ("Müşriklere)
Allah'ın indirdiğine uyun, dense, 'Hayır! biz artalanımızı üzerinde bulduğumuz
(yol)a uyarız1-' derler. Peki ama ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu
bulamayan kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna uyacaklar)? (Bakara/170). Kur'ân
ayetleri, insanın atalarına bağlılığını kabul etmekte, geçmişe ait değerlerin
muhafaza edilmesine taraftar olmakla birlikte, ilâhî vahye ters olacak ataların
yanlış davranışlarını, körü körüne taklit etmeyi tenkit etmektedir.
"Atalarım İbrahim, İshak ve
Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz..."
(Yusuf/38)' İnanç noktasında körü körüne taklit ise, men edilmiştir, çünkü bu
tür davranışta bulunma, fikirlerin donması yönünden gayet önemi hâizdir.
Geçmişi hiç bir tenkide tabi tutmadan kabullenmek, şirk unsurlarından biri
olabilmektedir: "Yahut, (ne yapalım) daha önce babalarımız Allah'a ortak
koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onun için bizde onların
izinden gittik)..." (Araf/173). Bu tür davranışların doğurduğu sakıncaya
binâen, bazı İslâm âlimleri, dinde taklidin ciddi bir şekilde karşısında
olmuşlardır. Nitekim Kur'ân'da mü'min kişinin ayırt edici özelliği olarak
gerçeği araştıran kimse olarak tarif edilmektedir. (Zümer/17-18). Bu da, ciddi
bir şekilde taklidi iman hususunda tereddütleri ortaya koymaktadır:
"Kim müslüman olursa işte onlar
doğru yolu aramışlardır." (Cin/14). Fikir donukluğu, Allah'ın insanı
hayvandan ayırt edici en belirgin hususu olan akıl ile muhakeme özelliğinden mahrum
ettiği gerekçesiyle büyük bir zarar içermektedir. Kökleri tarihin derinliklerinden
gelen toplumların hayat normlarının bir birikimi olan bu tür geleneksel yapıyı
değiştirmek, hiçte kolay bir iş değildir. Bu tür davranışlar, sosyal örgütlerin
yaşantılarına temel teşkil eden cahiliyet adı altında bir sisteme dönüşmüş ve
yıllarca toplumun hayat kurallarını tayin etmiştir.
Kur'ân, insanın düşüncelerini prangaya
vuran, akılları iptal eden yollardan kurtuluşa teşvik eden bir kitap
olduğundan, inanç bazında babalarına tabi olan, her türlü yeniliğe düşmanlıkla
karşılık veren müşrikleri, incitici ve bir o kadar da düşündürücü eleştirileri
ile tenkit eder:[2]
İnkâr edenlerin örneği, bağırıp çağırmadan başka bir
şey işitmeyip haykıranın haline benzer. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler; akıllarını da kullanmazlar. (Bakara/171).
Taklit insan benliğinde yıllarca
silinmeyecek, atalara körü kürüne bağlılıklar, zamanla muhakeme yeteneğini
kaybedecek, fiilen insanları atalara tapınmaya kadar götürebilecektir. Fiilen
olmasa da, eski olsun yeni olsun Allah'ın bildirdiği gerçeklere bakmayıp,
ataların söylediklerinin gerçekliğini araştırma lüzumunu hissetmeden, ata
oldukları gerekçesiyle taklit etmek, onları tanrı mertebesine çıkarmaktır.
Ataların söyledikleri ve yaptıkları her şey, kendi yanlarında değişmez bir ilke
olarak kaldığı için, atalar gerçek kanun kuyucunun seviyesine çıkmış olurlar. Kur’an,
atalara olan tanrılık inancını zihinlerden silmek gayesiyle, onlarında
kendileri gibi birer beşer olduklarını, Allah gibi tapınmaya müstehak
olmadıklarını şu ayet ile beyan etmektedir: "Ondan başka ilâh yoktur. (Her
şeyi O) diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da
Rabbidir." (Duhan/8).
Kur'ân, tarihe mal olmuş birçok
milletin atalarına körü körüne bağlılıklarının sonucunda, kendilerine gelen
elçilere karşı tavır almalarına yol açtığını ve bu durumun da, iman etmelerine
engel olduğunu anlatmaktadır.
Bunlar Âd, Semud, Medyen, Uz. İbrahim
(a.s.) ile Hz. Musa(a.s.)'nm kavimleridirler.[3] Bütün bu
durumlar, taklidin gerçekleri kavramada büyük bir engel olduğunu ortaya
koymaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder