AKIL - İMAN İLİŞKİSİ
AKIL
- İMAN İLİŞKİSİ
Kur’ân’da
inananla inanmayanı, gören ile kör (11/24); iman ve inkârı da aydınlık ve
karanlık olarak ifade edilir (13/16). Müstağni olan (31/7) vahyin emir ve
yasaklarına karşı kibirlenen bu sebeple de Allah’ın kalbini mühürlediği kişiler
vahyi anlamazlar (2/6-7, 40/35). Allah’ın emir ve yasaklarına
karşı ruh dünyasında beslenen kibir Kur’ân’da vahiy düşmanlığının en esaslı
sebeplerinden biri olarak ifade edilir (40/56, 63). Bu karakterdeki kişi vahyi
dinlemez (41/26). Bu durum onların bir tür kör ve sağır olmalarıyla yakından
ilgilidir (41/4, 11/20). Dolayısıyla Kur’ân’ı anlamak sadece Kur’ân’a doğru
epistemolojik bir zihnî hareketi değil aynı zamanda Kur’ân’dan hayata doğru
iman ve itaatle hayatı inşa edici fiilî bir hareketi de gerektirir.
İman,
tasdikin/doğrulamanın/onaylamanın karşılığıdır. İman şüpheyi kaldırmaz.
Tasdikin zıddı, yalanlama (tekzip) ve inkâr anlamına gelen küfürdür. Küfür,
doğru olanı inkâr anlamına geldiği gibi; bir bakıma nankörlük ifadesi olarak
doğru bir şeyin yalanlanması anlamını da taşır. “İman”, “tasdik”; “tasdik” de
bir bilgiyi doğrulamak olduğuna göre; bilgi, “tasdik”ten, yani “iman”dan önce
gelir. Dolayısıyla imanı, sağlam bir bilgi zemini üzerine inşa etmek esastır.
Bununla birlikte, tek başına bir bilgi de insanı mutlak bir imana ulaştırmayabilir. Bilginin
imana dönüşebilmesi için, kalbin ve duyguların da devreye girmesi, aklın kabul
ettiğini, kalbin de tasdik etmesi gerekir. Her tasdik bir bilginin sonucudur;
ama her bilgi, tasdiki, yani imanı doğurmayabilir. Çünkü iman, yani tasdik bir
tercih sorunudur. Neticede imanın, hem akıl hem de bilgi ile doğrudan sıkı bir
ilişkisi vardır. Akıl bilgiyi doğurur; bilgi ise insanı tasdike sevk eden en
önemli unsurdur.
Kur’an,
imanı, Allah’ın varlığı, ahiret hayatı ve vahiy-nübüvvet bağlamında, bir taraftan
mantıki, diğer taraftan ahlaki temeller üzerine inşa etmeye çalışır. Kur’an
varlığın temel ilkesi olan “nedensellik” ilkesinden hareketle evrendeki
varlıklara dikkat çekerek bunlar üzerinde düşündürerek tasdiki/imanı
gerçekleştirmeye çalışılır (bkz. 6/149; 19/66-67, 21/104; 30/2-46; 36/78-79;
41/37; 88/17-20).
Kur’an,
aklı kullanarak imana ulaşmayı önerirken, özellikle yaratılışa, evrene ve evren
içinde gerçekleşen olaylara dikkat etmemizi ister. Kur’an; “Şüphesiz göklerin
ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peş peşe gelmesinde,… Allah’ın
gökten indirdiği su ile ölü toprağı diriltmesinde, her tür canlıyı yeryüzüne
yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları
yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok deliller vardır” (2/164)
derken, “üstün deliller (hüccetullahil baliğa)” (6/149) ile işte bu noktaya
dikkat çekmektedir. Yine Kur’an, gökleri direksiz yükseltip, güneşe ve aya
boyun eğdiren, işleri yöneten; yeri yayıp orada dağlar ve ırmakları var eden,
her türlü üründen çifter çifter yetiştiren bir Allah’ın varlığına iman etmeye
çağırırken de aklederek bu gerçeğe ulaşmamızı istemektedir
(13/2-4).
Bu
iki ayet bile tek başına, imana ulaşmada aklın önemine vurgu yapması bakımından
yeterlidir. Akletmenin önemini vurgulayan pek çok ayet vardır.[1] Kur’an sadece iman noktasında değil,
imanın gereği ve uzantısı sayılan eylem ve ahlaki davranışlarımızı akla göre
tanzim etmemizi de önermektedir.[2]
Kuran
insanların topraktan yaratıldığını (6/2, 18/37), dillerinin ve renklerinin
farlı oluşunu (Rum/22), yağmurun yeryüzüne hayat verişini (41/39), gece,
gündüz, güneş ve ayın (41/37) denizde dağlar gibi yüzen gemilerin (42/32),
göklerin ve yerin yaratılışını (42/29), yaratıcısını varlığına delil gösterir.
İnsanı bunlar üzerinde düşünmeye evreni ve içindekileri incelemeye çağırır (13/3,
16/11, 45/13).
Şu
ayetler insanı evren üzerinde gözlemler yapıp düşünmeye çağıran ayetlerden
bazılarıdır: 45/3-4; 3/190-191; 10/101; 7/183.
Kur’an,
Allah’ın varlığı ve birliği inancına akıl yoluyla ulaşmamızı önerirken;
Allah’ın zatı üzerinde akıl yürütmemizi değil, yarattıkları hakkında
düşünmemizi isteyerek O’nun varlığı inancına ulaşmamızı istemektedir. Çünkü
insan Allah’ın zatını ve mahiyetini bilemez. İnsan ancak, O’nun yarattıklarını
müşahedeyle, akıl yürütmeyle kavrar. İnsan gözlemlere dayanan bilgilerden
hareketle bilinmeyene doğru sistematik bir düşünce sistemi içinde Allah’ın
varlığına ulaşabilir.
Özet
olarak:
Derin
ve incelikli bir akıl yürütme bizi sağlam bir imana ulaştırdığı gibi; neyin
doğru-yanlış, neyin de güzel-çirkin olduğu bilgisine bizleri
ulaştıran akıldır. Allah bilgisine akletmekle ulaşılabilir. Allah sevgisi
akletme sonucu insan zihninde hayat bulan bir gerçekliktir. Allah sadece akıl
sayesinde bilinebilir; çünkü aklı olmayanın dini de yoktur. Kur’an’a göre zihin imanın merkezidir. İman ile akıl arasında kaçınılmaz bir ilişki olduğu ortadadır. İmana giden
yolda akletmeyi yok saymak, imanı da yok saymak anlamına gelir.
Çünkü evrende olanlar ile Kur’an üzerinde düşünüp taşınacak, akıl yürütecek ve
böylelikle Allah’ın varlığı ve birliği fikrine ulaşacak olan akıldır. İman,
akıl sahibine hitap eden bir kavramdır. İman konuları akılla bilinebileceği
gibi, bu, aynı zamanda dini bir yükümlülüktür. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği,
evrenin O’nun tarafından yaratıldığı ve peygamberliğin gerekliliği gibi iman
konuları akıl yürütmeye dayalı kesin delillerle bilinebileceği gibi; esasen
Allah, bu gibi konularda akli düşüncenin önemine vurgu yaparak onu dini bir
görev de kılmıştır (Bkz. 2/164; 41/53; 51/21). Akıl, iman için gerekli şarttır.
Akıl olmadan doğru bir imanın gerçekleşmesi imkânsızdır. İnsanın fıtratı da
bunu gerektirir. Akli delillere dayanan kesin bir bilgiyle imana ulaşmak,
araştırmaya dayalı bir imanın (tahkikî) gereğidir ve imanda makbul
olan da aslında budur. Araştırmaya, kesin bilgiye dayanmayan körü körüne bir
iman (taklidi), Kuran’ın onayladığı bir iman değildir. Aklın önemini öteleyen
iman anlayışlarını Kur’an benimsememiştir. Kuran’da akli delillere dayalı inanmanın
hem teolojik hem de ahlâki temelleri bulunmaktadır. Çünkü insanlar, neye, niçin
ve nasıl iman ettiğinden dolayı sorumludurlar. Dolayısıyla onlar,
sorumluluklarının gereği olarak, imanlarını, sağlam temellere oturtmak
durumundadırlar.
Tefekkür
aklın imanı, iman kalbin akledişidir.
Kur’ân
aklî düşünceye önerdiği metot ve sunduğu tefekkür materyali bakımından doğru
düşünmeyi sağlayan bir hidayet rehberidir. Onun ortaya koyduğu tefekkür metodu
imandan mahrum olan bir aklı, her seviyeden aklı ikna edecek düzeye sahip ihdâ
edici delillerle tevhit inancına ve akabinde de Allah’ın sözünü O’nun maksadına
uygun bir biçimde anlayabileceği vahyin diriltici atmosferine taşır.
[1] İmana giden yolda aklı kullanmayı
öneren ayetler için ayrıca bkz. Ankebût, 29/63; Rum, 30/24; Nahl,16/15-17.
[2] Örneğin bkz. Bakara, 2/44; Enfâl,
8/20-22.
Yorumlar
Yorum Gönder