Kayıtlar

TANIDIK GELDİ Mİ

TANIDIK GELDİ Mİ Cehalet bir çukurdur, içine düşünce fark edilmez; çünkü karanlık, karanlığa alışanı rahatsız etmez. Kimi zaman bir kitapla kimi zaman bir sözle kimi zaman da bir soruyla başlar aydınlanma. “Neden?” diye soran bir zihin, cehaletin duvarlarını çatlatır. Ve oradan sızan ışık, bir ömrü aydınlatabilir. Bunun için yazmak, sohbet etmek hangi omuza konacağını bilmeden bir kuşu havalandırmaktır. Heidegger’in "düşünmeyi unutan çağ" tanımı, cehaletin modern insanın varoluşsal boşluğundaki tezahürüne işaret eder. İnsan, bildiğini zannettiğiyle yetinerek, kendini hakikate kapatır. Oysa cehalet, çoğu zaman bir bilgisizlik değil, bir kapatılmışlıktır: dünyaya, başkalarına ve en çok da kendine. Belirli bir bilgiye sahip olmama durumu. Bu tür cehalet masumdur ve öğrenme isteğiyle aşılabilir. Buna basit cehalet diyoruz. İnsanın bilgi sahibi olmadığı bir konuda kesin yargılara sahip olması. Bu tür cehalet, tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Buna bilgisizliğe rağmen emin olma cehal...

İNSAN VE ANLAM ARAYIŞI

  İNSAN VE ANLAM ARAYIŞI İnsan, fıtratı/doğası gereği düşünen, sorgulayan ve bilinç sahibi bir varlıktır. Bu yüzden "anlam arayışı", insan olmanın temel bir parçasıdır. İnsandaki düşünmek, sorgulamak ve bilinç insanı bir amaç ve yöneliş arayışına iter. Bu da insanı hayatın sadece yaşamak ve sonra ölüp gitmek süreci olmadığı, seçimlerle şekillenen bir bilinç süreci olduğu farkındalığına vardırır. Bu noktada insan, şunları sorgulamaya başlar: "Bu hayatta neye hizmet etmeliyim? Yaptıklarım gerçekten değerli mi? Kendi tercihlerimi mi yaşıyorum, başkasının bana biçtiği rolleri mi yaşıyorum?" Varoluşunun farkına varan insan, hayatını bilinçli şekilde yönlendirme sorumluluğunu da üstlenmeye başlar. Hayat insana değil, insan hayata anlam verir. İnsan, bir gün öleceğini bilen tek canlıdır. Bu bilgi, onu hayatının bir amacı olup olmadığını sorgulamaya iter. "Neden buradayım?", "Hayatın bir anlamı var mı?" gibi sorular, ölüm bilinciyle birlikte ortay...

MERAK VE İNANÇ

  MERAK VE İNANÇ Merak ve inanç insanın iki kanadıdır. Merak ve inanç, insan zihninin ayrılmaz eylemleridir. Merak bilme arzusunu, inanç ise varlık ve anlam arayışını besler. Bu iki kavram arasındaki ilişki, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde insanın dünyayı anlama çabasının derinliklerine iner. Antik Yunan'da "thauma" (hayret) kavramı, felsefenin doğuşunu açıklamak için kullanılır. Platon ve Aristoteles'e göre, insanın dünyaya dair hayret duygusu, onu düşünmeye ve sorgulamaya iter. Ancak bu hayret, sadece edilgen bir duygu değil; aynı zamanda aktif bir merakla birleşerek insanı bilgiye yönlendirir. İnanç, insanın varlık, anlam ve değerler üzerine yaptığı bir içsel yolculuktur. Bilgi ve inanç birbirini tamamlar; inanç, insanın dünyayı ve kendini anlamlandırma çabasında temel bir rol oynar. Merak ve inanç, birbirini besleyen iki güçtür. Merak, insanı bilinmeyeni keşfetmeye iterken, inançlar bu keşiflerde bir yön ve anlam sunar. Merak ve inanç, insanın he...

ENTELEKTÜEL MAHRUMİYET

ENTELEKTÜEL MAHRUMİYET Entelektüel; zihinsel etkinliğe yönelen, bilgili, olay ve durumlara karşı eleştirel bakabilen, toplumun sesi olma misyonunu yüklenen kişidir. Müslümanlar  entelektüel bağımsızlığın nasıl bir şey olduğunu bilmedikleri için, devlet merkezli yorumların dışına çıkamıyor. Entelektüelin misyonu, gerçeğin çarpıtılmış biçimiyle savaşmaktır. Gerçeğin saptırılmış bir versiyonunu topluma kabul ettirmeye çalışan kurum ve kişilerin ipliğini pazara çıkarmaktır. Müslümanlar entelektüel mahrumiyet nedeniyle yaşadığı ülke ve dünyayı okuyamıyorlar. Bu da müslümanları güçsüz ve etkisiz bir dünya görüşü ile sınırlandırıyor. Ütopik umutlar, körü körüne bağlılıklar ve cahilane sadakatler aracılığıyla genç Müslüman  kuşaklar entelektüel mahrumiyete mahkum ediliyorlar. Müslümanlarda derin bir sorun haline gelen entelektüel mahrumiyet sebebiyle, kitlesel kültürsüzlük, kitlesel yabancılaşma ve kitlesel sorumsuzluklarla ilgili hiçbir ciddi analitik çözümleme iradesi ortaya konulam...

EĞİTİMİN ÜZERİNDEKİ DESPOTİZM PRANGASI

EĞİTİMİN ÜZERİNDEKİ DESPOTİZM PRANGASI   İnsanın inkar edildiği ve yok edildiği otoriter eğitim modelleri, kendi ideolojik kurgularına uygun insan yaratmak şeklinde bir hedefi gerçekleştirme iddiası taşır. Modern dönem öncesine ait otoriter, ezberci, taklitçi, teslimiyetçi, bilim ve felsefe karşıtı insanı dışlayan sözde öğretim kurumlarında sahici anlamda bir eğitim söz konusu değildi. Medrese gibi yapılar, eğitim kurumu olmadığı gibi, modern ve medeni bir eğitim anlayışına dair hiçbir unsuru taşımamaktadırlar. Modern okullarda, bilim, sanat ve felsefeye değer veren, her bireyin aklını kullanarak katkıda bulunduğu özgürlükçü bir eğitim anlayışı etkili olmaya başlamıştır. Günümüzde insanları biçimlendiren popülizm, despotizm, ırkçılık, cinsiyetçilik ve fanatizmdir.  Popülizm ve despotizm, siyasal, sosyal ve kültürel iktidarı elde tutmak için eğitim alanını mutlak bir şekilde kendi kontrollerinde tutmak isterler. Çünkü cehaletin değişmez özelliği  otoriteyi sorgulatmamaktır...

AHLAK ÜZERİNE

  AHLAK ÜZERİNE Ahlak, akıl, hikmet, vicdan ve adalet ideolojilere yenik düşmüştür. İdeolojiler, bütün ahlaki normları, ölçütleri, yaklaşımları, yorumları çok ciddi bir biçimde istikrarsızlaştırıyor. Ahlak insanlığın oksijenidir. Adalet, hukukun ahlak ile bütünleşmesi halinde sağlanabilir. Günümüzde, ahlaki içerikten yoksun modern hukuk yaklaşımlarıyla,  her hangi bir sorun­ çözüldüğü görülmemiştir. Ahlaki bir evren­sellik hiç kimseyi ötekileştirmeyen, değersizleştirmeyen bir ev­renselliktir. Ahlakî denetimden bağımsız bir dünyada, insanın istekleri, hırsları, tutkuları sınırsız hale geliyor, hazcılığa hizmet eden maneviyatsız ve ruhsuz bir kültür oluşuyor. Ahlak ve anlamdan bağımsız bireyler, tüketiciye dönüşüyor. Ahlakî değerler sistemi çökünce, doğru ile yanlışı bir­birinden ayırt edebileceğimiz ölçütler de değerini yitiriyor. Ahlaki değerler sistemi çökünce sahici hayat tarzları, sahici ilişkiler de çöküyor, Ahlakî denetime ihtiyaç duymayan bir dünya,...

“REVASİ” DAĞ DEĞİL, SABİT “AĞIRLIK”TIR

  “REVASİ” DAĞ DEĞİL, SABİT “AĞIRLIK”TIR Arapça’da  dağ “cebel” dir. Çoğulu dağlar  “cibal” dir. Kur’an’da hem  “cebel”   (Haşir, 59/21),  hem de  “cibal”  (Amme, 78/7)  kelimesi kullanılmıştır. “Revâsiye”  kelimesi ise Kur’an’da yalnız çoğul olarak  “revasî”  ve  “râsiyât”  şeklinde kullanılmıştır. Bu kelimenin fiili  “resâ-yersû”  olup bir şeyi bir yere sabit kılmak, perçinleştirmek manasına gelir.  Sözlük anlamı itibariyle bu kelime dağ için kullanılmaz.  Nitekim Kur’an’da yer alan   “ve’l-cibale ersâhâ”   (Naziat, 79/32)  ayetinde  "cibal"  kelimesi,  “revasî”  kelimesinin  -if’al babından - fiili olan  “ersâ”  ile birlikte kullanılmıştır. Manası  “Yerin dağlarını oturttu / sabitleştirdi.”  şeklindedir. Bu kelime 9 ayette isim olarak çakılı büyük kara parçası olarak kullanılmaktadır. Diğer iki ayette ise çakma fiili olarak k...

ZÜMER SURESİ 3. AYET NE SÖYLER

  ZÜMER SURESİ 3. AYET NE SÖYLER Zümer/3: İyi bil ki halis din yalnızca Allah'ındır. O’nun peşi sıra evliya edinenler: “Biz onlara, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” derler. Allah ayrılığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecektir. Allah nankör olan yalancıyı hidayete ulaştırmaz. Allah'ın peşi sıra, kendilerine zararı ve yararı olmayan şeylere kulluk ederler ve: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.” derler. De ki: “Siz Allah'a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.” (Yunus/10) Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap vermeyecek şeylere yakarandan daha sapkın kimdir? Oysa onlar, bunların yakarmalarından habersizdirler. (46/5) Kitabın korumadığı din zamanla kirlenir. Kur’an öncesi din kirlenmiş bir alandı. Bunu Allah’a halis kılmanın yolu , ilk iki ayetle (Zümer/1-2) birlikte anlatılmıştır. Dini Allah’a/kitaba halis kılanlar, anc...

SİYASAL İSLAM SÖYLEMİNİN ELEŞTİRİSİ

 " SİYASAL İSLAM” SÖYLEMİNİN ELEŞTİRİSİ İslamcılık düşüncesi, hem Osmanlı’da hem de İslam ülkelerinde 19.yy.’ın son kısmında ortaya çıkmıştır. İslam’ı yeniden topluma ve siyasete hakim kılmak, Batı’da ortaya çıkan evrensel fikirlerin ve kurumların karşılıklarını İslam’dan devşirmek ve Batılı anlamıyla İslam’ı bir ideoloji olarak sistemleştirmek gibi amacı olan bir akımdır (İsmail Kara, 1986). 20. yy.’da İslamcılık düşüncesinden yola çıkarak oluşturulmuş olan çalışmalar, İslamcı hareketler adı altında toplanmış ve ekonomiden kültürel hayata ve siyasete kadar birçok alanda örgütlenen ve faaliyet gösteren oluşumlar haline gelmişlerdir. Bu oluşumlardan Siyasal İslamcı hareketler siyasal alanla ilgilenirken, diğer oluşumlar sosyal ve kültürel alanlara yönelmişlerdir. İbrahim Maraş, siyasal İslam’ın ortaya çıkışında “sağlıklı modernleşememiş muhafazakâr toplulukların, sözde dine sığınma hastalığının etkili olduğunu”  ifade eder.  “Bu yönüyle İslamcılığın çıkış sebeplerinden...

MÜSLÜMAN VE İSLAMCI ARASINDAKİ FARK

MÜSLÜMAN VE İSLAMCI ARASINDAKİ FARK Müslüman Allah'a bağlı bir bireydir, islamcı ise lidere bağlıdır. Müslüman geleceğe, islamcı ise geçmişe bakıyor. Geçmişteki ihtilafları körükleyip kaşıyor, onları çağa taşıyıp yaşatmak istiyor. Müslüman, dinini Allah'a yaklaşmak için uygulayan ve onu maneviyat ve psikolojik denge aracı olarak gören kişidir. Müslüman birleştirici, islamcı ayrıştırıcı ve ötekileştiricidir. Müslümanın  amacı dini yaşamak, islamcı dini güç kazanma aracı olarak görür ve dini koltuğa ulaşmak için bir merdiven olarak kullanır. Müslüman kamuya eleman alımını liyakate göre yapar, islamcı kudretli telefonların ağırlığına göre yapar. Müslüman dini manevi bir yükseliş aracı olarak görürken, islamcı dini siyasi bir yükseliş aracı olarak görür. Müslüman dinde kişiliklerini geliştiren değerler ve ahlaki ilkeler görürken, islamcı dini kötü davranışları ve kendileriyle aynı fikirde olmayan kişi ve ülkelere karşı saldırı ve kışkırtmaları için bir gerekçe olarak görür. Müslüma...

AHLAK, HUKUK VE ADALET ÜZERİNE

AHLAK, HUKUK VE ADALET ÜZERİNE Adalet pratik ahlaktır. İnsanın adaletli olup olmadığı pratik ahlakından bellidir. Seküler veya muhafazakâr fark etmiyor gücü eline geçiren hukuku ve adaleti kendine göre yorumluyor. Başı dara düşünce adalet, hak-hukuk deyip gücü eline geçirince o çağrıları kendisi yapmamış gibi ahlaki davranmayanlar adil değillerdir. Pratik ahlak, günlük hayatta ahlaki değerler ve normlar çerçevesinde davranışlar sergilemeyi ifade eder. İnsanların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerinde dürüstlük, saygı, empati ve adalet gibi değerlere dayalı bir yaşam sürmelerini amaçlar. Pratik ahlak, teorik ahlak anlayışından farklı olarak, günlük hayatta karşılaştığımız somut durumlar ve bunlara verilen ahlaki tepkileri kapsar. Pratik ahlakın temel ilkeleri başlıca şunlardır. Dürüstlük:  Söylediklerimizin ve yaptıklarımızın doğru ve tutarlı olmasına dikkat etmek. Saygı:  Başkalarının haklarını, özgürlüklerini ve duygularını gözetmek. Empati:  Başkalar...

DERİN SORGULAMALAR

DERİN SORGULAMALAR İdeolojik, popülist ve hamasi propogandalara maruz kalarak düşünemez hale ge(tiri)len kitleler, hiç bir zaman olayların gerçek yüzünü anlayıp çözümleyemezler. Bu kitleler hiçbir zaman özne olamadıkları için otoriter rejimler önlenemez bir yükseliş içerisindeler. Taklit ve tekrara dayalı geleneklerin belirleyici olduğu toplumlar olan biteni görür, fakat gördüklerini anlamlandıramaz. Müslüman toplumlarda yüzyıllardır düşünceye, üretkenliğe, fikir çeşitliliğine geçit verilmemiştir. Bu yüzden taklide dayalı düşüncesiz gelenekler hüküm sürmektedir.   Eleştirel düşünemeyen bu tür gelenekleri içselleştiren kitleler, kendilerine reva görülen hayatlara katlanıyor. Popülizmle bütünleşen toplumlar, her geçen gün, daha çok derinleşen, ahlaki sorunları görüp sorgulamıyor.  Muhafazakâr kesimler görünür olan iyiliklerle ilgileniyor. Tek aklı yücelten kitleler; farklı yorum, öneri, eleştiri ve fikirleri görmezden gelen otoriter liderleri alkışlıyor. Müslümanlar devleti,...

DİN ADAMLARINI RAB EDİNMEK

  DİN ADAMLARINI RAB EDİNMEK Din adamlarının toplumların eğitiminde önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Toplumlar dini, bilgi sahibi olan kişilerden öğrenirler. Ama bunların bir imtiyazları yoktur. Yahudilik, Hıristiyanlık, Zerdüştlük, Brahmanizm gibi dinlerde din adamları özel bir konumda görülmüş, bir ruhban sınıfı oluşmuştur. Ancak İslam dininde bir ruhban (din adamı) sınıfı yoktur. İslam’da liyakat sahibi her kişi din eğitimi ve diğer hizmetlerde görev alabilir. Din eğitimi ve hizmeti verenler için faklı bir konum, statü, ya da imtiyaz yoktur. Allah’ın hükümlerinde bir değişiklik yapmaları, ilahi hükümlere ters bir hüküm vermeleri söz konu değildir. Allah’ın hükümleri yerine kişilerin arzu ve iradeleri doğrultusunda hüküm verilir de toplumda onlara uyarsa bu, onların ilahlaştırılması, rab edinilmesidir. Kur’an Yahudi ve Hıristiyanların bilginlerini ve din adamlarını rab edindiklerini haber vererek Müslümanları bu konuda uyarmıştır: “ Onlar Allah'ın peşi sıra, hahamlarını ve r...