NÜFUZ HIRSIZLIĞI
NÜFUZ
HIRSIZLIĞI
Kamusal
otoritenin en çok suistimal edildiği iki alan Tanrı ve Devlet otoritesidir. Din
adamları Tanrı’nın otoritesini, siyasetçi ve bürokratlar ise devletin
otoritesini kötüye kullanır. Kur’an, hem dini otoritenin hem de devlet gücünün
istismarını, özellikle haksız kazanç ve rüşveti sert biçimde kınar. Meşru
kazanç yalnızca emekle mümkündür (53/39); siyasetçi ve bürokratların görevleri
kamu vergileriyle karşılandığı için en yakını dahi olsa adaletten sapmamaları,
işleri ehil ve liyakatli kişilere vermeleri emredilmiştir.
Kur’an’da
Yahudi ve Hristiyan din adamlarının Tanrı’nın otoritesini kötüye kullanarak
kişisel çıkar sağlamaları şiddetle eleştirilmiştir: “Ey iman edenler!
Hahamlardan ve rahiplerden çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve
onları Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda
harcamayanlara elim bir azabı müjdele!” 9/34). Devlet otoritesini istismar
edenlere ise şu uyarıda bulunulur: “Bir de birbirinizin mallarını haksız
yollarla yemeyin. Bile bile günaha girerek, insanların mallarının bir bölümünü
yemek için onları yetkililere aktarmayın.” (2/188).
Yöneticiler
ile toplum arasındaki ilişkiler tarihsel olarak “kamu” bilinci üzerine değil,
“otoriteyi paylaşma ve ondan nemalanma” anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu
anlayışın modern karşılığı “nüfuz hırsızlığı”dır. Yani devletin gücünü ve
imkânlarını, onu temsil eden siyasetçi ve bürokratların kendi yakın
çevrelerine, akrabalarına, partililerine ya da çıkar gruplarına haksızca
devretmesidir. Bu durum, hem ahlaki hem hukuki açıdan bir yozlaşma biçimidir.
Osmanlı’dan
devralınan miras, kamu mülkiyetinin “toprak devlete aittir” anlayışı üzerine
kuruluydu. Toplum, devleti kendisini temsil eden bir kurum olarak değil, “nimet
ve ganimet” dağıtan bir güç merkezi olarak gördü. “Devletlû”nun sofrasından
düşen kırıntılara razı olma kültürü, halk arasında “bal tutan parmağını yalar”
gibi atasözleriyle meşrulaştırıldı. Cumhuriyet ile birlikte hukuk devleti ve
kamu anlayışı geliştirilmek istendiyse de, köklü zihniyet değişimi sağlanamadı.
Nüfuz
hırsızlığı, farklı biçimlerde tezahür eder: Akraba Kayırmacılığı (Nepotizm):
Kamu ihalelerinin, atamaların ve kadroların siyasetçilerin veya bürokratların
yakınlarına verilmesi. Partizanlık: Kamu kaynaklarının belli bir siyasi
partinin seçmen tabanına dağıtılması. Hemşehricilik ve Mezhepçilik: Liyakat
yerine kimlik ve aidiyetlerin belirleyici olması. Kahramanlık ve Kutsiyet
İstismarı: Şehitlik veya dini değerler üzerinden nüfuz devşirilmesi.
İktisadi ve
hukuki konularda karar verecekler, -anne ve babaları başta olmak üzere-
akrabaları dahi olsa; adaleti gerçekleştirmekle emrolunmuşlardır (4/135).
Siyasi, iktisadi, hukuki işlerin, “emanet” olarak nitelenerek “Ehliyetli (uzman
ve adil)” kişilere verilmesi emredilmiştir (4/58). Kur’an’da kişinin kendi servetinden
yapacağı yardımın, önce yakın akrabalarından başlaması tavsiye edilir (3/177;
4/8; 16/90…).
Halkın bir
kısmı bu tür istismarları sessizce onaylamaktadır. Bunun temelinde yoksulluk,
adaletsiz bölüşüm ve “devlet malı deniz, yemeyen domuz” anlayışı yatmaktadır.
Devlet, modern toplumlarda olduğu gibi “toplum sözleşmesi” mantığıyla kamuyu
temsil eden bir aygıt değil; tarihsel olarak Tanrı ve Sultan’ın otoritesini
temsil eden bir güç olarak algılanmıştır. Bu nedenle kamu malı “herkesin ortak
hakkı” değil, “sahipsiz arpalık” gibi görülmüştür.
Kamu
ihalelerinin belirli ailelere, yandaş şirketlere ve parti kadrolarına
aktarılması artık sıradanlaşmıştır. Halk ta yöneticilerde bunu meşru
görmektedir. Seçim dönemlerinde vergi barışları, borç silme vaatleri ya da imar
afları da kamu kaynaklarının oy devşirme aracına dönüşmüştür. Bu tür
uygulamalar, hukuka riayet eden vatandaşların zararına, yasa dışı çıkar elde
edenlerin kazancına dönüşmektedir. Artık kanuna uyan enayi, uymayan akıllı
sayılmaktadır(!).
Sonuç: Nüfuz
hırsızlığı, hem devlet-toplum ilişkilerindeki tarihsel sorunların, hem de
güncel siyasal yozlaşmanın bir göstergesidir. Kamu kaynaklarının adil ve şeffaf
biçimde yönetilmesi, ehliyet ve liyakat esaslı kadrolaşma, toplumsal zihniyetin
değişimi ile mümkündür. Aksi hâlde, nüfuz hırsızlığı sadece bireysel ahlaki bir
sorun değil, bütün bir toplumu etkileyen yapısal bir yozlaşma olmaya devam
edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder