NASIL SÖMÜRÜLÜYORUZ?

 

NASIL SÖMÜRÜLÜYORUZ?

 

Müslüman toplumlar sistematik bir biçimde, dini ve politik popülizm uyuşturucularına maruz bırakıldıkları için, dünyada ne olup bittiğine dair, pek çok hayati sorular soramıyorlar.  Bu soruları sormadıkları için sınır tanımayan bir teslimiyetçilik ve konformist bir zihniyete sahipler. Müslüman toplumlar iktidarlar tarafından yürütülen duygusal sömürgecilikler aracılığıyla bu zihniyete mağlup oldu.

 

İslam’ın geleceğini rüyalarla, kehanetlerle açıklamaya çalışmak, bugün, çok etkili mistik bir geleneğe dönüşmüştür. Dini motifleri (ezan, Kur’an, başörtüsü) araçsallaştırarak sürdürülen duygusal sömürgecilik Müslüman kitleleri bilinç alanlarından uzaklaştırarak dünyaya ve tarihe sağır ve kör hale getirmiştir.

 

Teslimiyetçilik ve muhafazakârlıklar, İslam toplumlarının entelektüel ufkunu kapattı. Emperyalist sömürgecilik karşısında, İslam toplumları bir direniş iradesi ortaya koyamadılar. Müslümanlar entelektüel bir tarih ve siyaset bilinci oluşturulamadığı için, evrensel alan, anlam ve ufukları kaybetti. Düşünce ve kültür hayatı yerli-milli alanlara, yönlendirildi. Yerli-milli alana yönlendirilen muhafazakâr ve gelenekçi unsurlar, iktidarların kendi çıkarları doğrultusunda icat ettikleri resmi yorum ve algılara kayıtsız şartsız itaate teslim oldular. Kendilerini dindar, muhafazakâr olarak tanımlayan çevreler, iktidarların adaletsizlikleri karşısında iktidar sahiplerine adaleti hatırlat(a)mıyor.

 

Bugün, İslam toplumlarında maalesef iktidar çıkarlarına göre dini kategoriler, yorumlar üretilebiliyor. Müslümanlar gündelik pragmatizmleri aşma yönünde hiç bir derinlikli çalışma yapmadıkları için, yerli-milli romantizmleri, şanlı tarih masallarını aşamıyor. Mezhepçi mülkiyetçiliklerin her geçen gün daha çok tahkim edildiği bir dünyada, İslam medeniyeti etrafında üretilen romantik masalların hiç bir anlamı yoktur.  İslam, bütün insanlığa açılmanın adı, adresi ve ifadesi iken iktidarlar onu milli sınırlarla içe kapadılar. İslam, Arap-Türk-Fars milliyetçiliklerinin elinde taşralı yapıldı. Duygusal sömürgecilik yoluyla Müslüman halkların siyasal aktör olma yetenekleri ellerinden alındı.  

 

Müslüman ülkelerdeki iktidarlar, İslam ümmetinin ortak menfaatine öncelik veriyor olsalardı, bugün, Siyonist sömürgeciliğin politik ve ekonomik vesayetine ihtiyaç duymayacaklardı. Bugün Filistin halkı dünya tarihinin en büyük, en benzersiz, en zalim haksızlığına mahkûm edilmiştir. Filistin halkı bugün hiç bir temel güvenceye sahip değildir. Gerçek böyleyken, kendilerini İslam’a, ümmete nispet etmeye devam eden ulus-devletler ve iktidarlar varoluş kavgası veren, kuşatılmış bir halkın mağduriyetini gerçekleri yansıtmayan duygusal söylemlerle, istismar etmeye devam ediyor.

 

Milliyetçi, mezhepçi ve tarikatçı önyargılar İslami dayanışmayı imkânsızlaştırdı. Müslüman bireylerin, toplulukların kendi kendilerine düşünmelerine, karar vermelerine, tercihte bulunmalarına izin verilmiyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılık ve tapınma sebebiyle, Müslüman bireyler ve topluluklar hiç bir zaman İslami bütünlüğe ulaşamıyor. Bugün, Müslüman kitleler tek aklın, tek dini ya da politik liderin düşüncelerine ikna edilerek, kendi kendilerine düşünemeyecek bir duruma getiriliyor. Bencilliklerin ve bağnazlıkların köleleştirdiği toplumlarda bir bilinç mücadelesi verilemez. Kibirlilerin, özellikle de, kibirli iktidar sahiplerinin muhakeme, müzakere ve müşavere yetenekleri yoktur. Farklı yorum ve fikirleri dinlemeden mahkûm etmeye çalışmak yerine, anlamaya çalışmak bilgelere yakışan bir erdemdir. Günümüzde, İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, bugüne kadar benzeri görülmemiş ölçüde bir adam kıtlığı (kaht-ı rical) çölleşmesi yaşanıyor.

 

İdeolojik, muhafazakâr ve tarikat kutuplaşmaları her gün çok daha derinleşen gerilimlere neden oluyor. Bütün kültürlerle etkileşime girmesi gereken Müslümanlar, kendilerini alışılagelen kalıp ve klişelerden kurtaramadıkları için, büyük zihin daralması yaşıyor.

 

Müslüman toplumlar kendilerine dayatılan kültürel hiyerarşileri bir türlü aşamıyor, kültürel hiyerarşilerin nasıl aşılabileceğine ilişkin tartışma yap(a)mıyor. Bu nedenledir ki, bugün, müslüman toplumlar sömürgeci kavramların ve dilin olumsuz, yabancılaştırıcı etkileriyle yüzleşemiyor. Popülist politik kadrolar, hamaset dili söylemiyle kitlesel bir tektipleştirme yönünde yoğun çabalar harcıyor. Entelektüel anlamda bir gelecek vizyonu oluşturamayan toplumlar, siyasal hareketler, iktidarlar, ‘‘şanlı tarih’’ rmasalına sarılıyor. Kitlesel tektipleştirme çabaları, eleştirel bir topluluğun, iyiliği öneren, kötülükten sakındıran bir topluluğun, ortaya çıkmaması için harcanıyor. Müslümanlar görsel iletişim araçlarıyla, her durumda görünürlüğü öne çıkarıp niteliksel-derinlikli düşünceye yabancılaşıyor.

 

Aydınlara sahip olmayan toplumlar, popülist propoganda araçlarıyla nesneler haline getiriliyor. Bağımsız, eleştirel ve üretken zihinlere hayat hakkı tanımayan toplumlar için sağlıklı bir gelecek tasavvur edilemez. İslam toplumları konformist alışkanlıkları içselleştirdiği için, içerisinde yaşadığımız toplumda da görülebileceği üzere, çok yönlü, çok boyutlu, çok derin sefaleti, yabancılaşma ve çürümeyi görmüyor.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEKKİ SURELERDE SALÂT KAVRAMININ SEMANTİĞİ

SALAT’IN NAMAZ ANLAMI ÜZERİNE

EZBERE TESLİM OLMAK