ŞİDDETLE İLİŞKİLENDİRİLEN AYETLER
ŞİDDETLE İLİŞKİLENDİRİLEN AYETLER
Kur’an’ın savaş ile ilgili hükümleri yanlış
anlaşılmaktadır. İslam’ı bir şiddet dini
gibi gören İslam karşıtları kadar, İslam’ı şiddet dini zanneden Müslümanlık
iddiasında bulunan örgütler de bu hataya ortaktır. Önyargılardan ve geleneksel
inançlardan arınıp, Kur’an'da savaşla ilgili noktaları doğru bir şekilde
çözümlemek gerekmektedir:
1) Kur’an genel bir ilke olarak insanların barış içinde yaşamaları önerir.
İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şekilde
sav. Bir de bakmışsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir veli (:dost)
olmuştur. Fussilet 41:34
Kim sabreder ve bağışlarsa bu, azmedilecek
işlerdendir. Şura 42:43
2) Kur’an’a göre, karşı taraf barış eğilimi gösterirse
inananlar da bu davete icabet etmelidir.
Eğer onlar barışa yanaşırsa, sen de yanaş ve Allah'a
tevekkül et. O Semî’dir (işitendir),
Alîm’dir (bilendir). Enfal 8:61
3) Allah insanların savaşmaktan geri durmayacaklarını öngörmüş
ve inananlara kendilerine saldırıldığında ne yapmaları gerektiğini
söylemektedir. Örneğin Kur’an, inananları savaş durumunda bile inanmayanlara
karşı orantısız güç kullanmamak konusunda uyarmıştır.
Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, ancak
aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. Bakara 2:190
4) Tarih boyunca savunulup uygulanan, inanmayanların
hepsinin öldürülebileceği ya da yılda bir defa cihat ilan edilmesi gibi izahlar
Kur’an ile bağdaşmaz. Kur’an insanların inanmama haklarının olduğunu;
insanların inanmadıkları için öldürülemeyeceğini bildirir. Sadece Müslümanlara karşı savaşan, onları
öldüren inanmayanların öldürülebileceğini söyler.
Dinde zorlama yoktur. Bakara, 256
Öyleyse hatırlat. Sen, yalnızca bir hatırlatıcısın.
Onlar üzerinde zorlayıcı değilsin. Ğaşiye 88:21-22
Allah, din konusunda sizinle savaşmayan, sizi
yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara adaletli
davranmanızı size yasaklamaz. Allah adaletle davrananları sever. Mümtehine 60:8
Ancak, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir topluma
sığınanlara, sizinle veya kendi toplumları ile savaşmak istemeyip sadırları
(içleri, göğüsleri) daralıp size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları
sizin başınıza bela eder, sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle
savaşmaz ve barış teklifi ederlerse, artık Allah onlara karşı size izin
vermemiştir. Nisa 4:90
5) “Kur’an her şart altında savaşmayı engellemeliydi”
iddiasında bulunanlar gerçekçi bir dünya anlayışına sahip değillerdir. Zira
Allah inananlara belli şartlar altında kendilerini savunma hakkı vermeseydi
inananlar yok olacaklardı. Kur’an zulme uğrayanlara kendilerini savunma hakkı
vererek onların yaşamlarını sürdürmelerine imkân vermiştir. İnananların
kendilerini savunacağını bilen müşrikler bu caydırıcı güç karşısında daha
kontrollü davranmış, savaştan mümkün olduğunca kaçınmışlardır. Müşrikler, karşı
tarafın ne yaparlarsa yapsınlar karşılık vermeyeceğini düşünselerdi savaştan
kaçınmazlardı. Bu bağlamda caydırıcılık savaşın önünde bir engel olmuştur.
Kendileriyle savaşılan kimselere zulme uğramaları
sebebiyle (savaşmaları için) izin verildi. Allah onlara yardım etmeye güç
yetirendir. Hac 22:39
İslam inananlara savunma savaşı yapmaları konusunda
izin verir. Ganimet ya da fethin getireceği diğer imkânlar tek başına meşru bir
neden oluşturmazlar. Tarih boyunca (Hz. Peygamber zamanı hariç) bu kuralın göz
ardı edildiği gerçektir. Ancak bu, o kuralı çıkarları için ihlal eden Müslümanların
suçudur.
Kur’an’da, bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle aynı
olduğu vurgulanır.
“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir
bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları
öldürmüştür. Her kim de birini yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır”
(Maide 5:32)
Haksız yere bir cana kıymayı bütün insanlığın canına kıymak olarak
değerlendiren ayette (Maide 32) belirtildiği gibi, kısası ve bir bozgunculuğun
önlenmesi gibi durumları bunun dışında tutmaktadır. Aynı şekilde İslam’da Allah
yolunda ve Allah için yapılan her türlü gayreti kapsayan cihat kavramı da
kişinin malı, canı, için yaptığı haklı mücadeleyi ifade etmektedir (Tevbe 9:41;
Saf 61:11)
İslam karşıtı çevrelerde terör ve şiddet yanlısı bazı kişi ve
grupların tutum ve davranışlarından hareketle ve “militan cihat”, “cihatçı
ideoloji”, “cihatçılar” gibi kavramsallaştırmalarla cihat kavramının adeta
şeytanlaştırıldığı görülmektedir. Bu yönlendirmelere rağmen İslam’ın temel referansı
Kur’an’dan hareketle cihat kavramının, Müslüman bireyleri zulüm ve haksızlık
içeren şiddete ve teröre yöneltmesi söz konusu değildir. Cihat kavramı Allah’ın
belirlemiş olduğu kurallar ve sınırlar dâhilinde Müslüman bireyin her daim
farkındalığını ve göstereceği çaba ve gayreti ifade etmektedir.
Din mensupları haklı bir eylem olarak değerlendirdikleri şiddete
başvururken dini öğretilerden ve dini metinlerden çeşitli referanslar
üretmektedirler. Başvurulan şiddete dinsel referanslar üretmede en yaygın olan
hususlardan birisi Kur’an’a ilişkin parçacı yaklaşımdır.
Metnin geleneksel, ideolojik ya da siyasal bir anlamaya konu
edilmesi çoğu zaman metnin bütünlüğünden kopmayı ve metne yalnızca bir açıdan
bakmayı sağlamaktadır. Böylelikle mevcut sosyal ve siyasal yönlendirmelere
dayalı Kur’an metni okumaları, çoğu zaman metindeki ifadeleri bağlamından
kopartarak ele alıp anlamaya yol açmakta ve böylelikle metinlerin başvurulan
şiddete referans yapılması durumu ortaya çıkmaktadır. Örneğin; bu doğrultuda
Kur’an’da savaş ortamında nazil olan ve karşılıklılık ilkesi gereğince çatışma
ortamında saldırgana mukabelede bulunmayı vurgulayan “onları nerede
yakalarsanız öldürün…” ve “size saldırdığı gibi siz de saldırın” gibi ifadeler[1]
bağlamından kopartılmaktadır.
Bu ayetler bağlamından koparılarak bazı çevrelerce şiddetlerine referans
olarak gösterilmektedir. Kur’an’da düşmanların öldürülmesine yönelik ayetler bulunmaktadır.[2] Ancak bu söylemlerin bağlamından koparıp
anlamını daraltarak olumsuz eylemleri meşrulaştırmak için kullanılması Kur’an
bütünlüğüne uygun düşmemektedir. Buna karşılık milyarlarca dindarın şiddetten
uzak durmasını göz ardı ederek, az sayıda dindarın (!) şiddeti kullanmasından
yola çıkıp konuyu ele almak yanlı bir yaklaşımdır. Bir dini gelenek içindeki
grupların ilgili ayetlere yaklaşımlarının aynı olmaması şiddetin dindarların
(!) yorumlarından kaynaklandığını göstermektedir.
Şiddete referans gösterilen ayetlerin bağlamlarındaki anlamlarını
incelemeye çalışalım. Şiddete referans gösterilen ayetlerin sonunda verdiğimiz parantez
içindeki ayetlerle birlikte okunduğunda ayetler daha iyi anlaşılacaktır.
Şiddete Referans Gösterilen Ayetler
1/Tevbe/111- Allah müminlerden canlarını ve
mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah
yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur’an'da
Allah’ın üzerine aldığı gerçek bir vaattir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek
olan kimdir? Şu hâlde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin. Büyük kazanç
budur. [2/245; 4/74; 35/29; 61/10, 11]
Bazı çevreler ayetteki cihat çağrısını ve faziletini tamamen
ilkesiz ve Kur’an bütünlüğüne aykırı bir şekilde yorumlamıştır. Daha da ileri
giderek bu çağrılarına uymayanları kolayca tekfir etmiş ve her ne şartta olursa
olsun öldürülmesi gerektiği hükmünü vermiştir.
2/Bakara/191-
Onları, bulduğunuz yerde
öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne (: inanca yönelik
baskı ve engelleme), öldürmekten daha beterdir. Orada onlar size karşı
savaşmadıkça Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa
siz de onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir. [2/217; 9/1-5]
Bu ayetteki
“Onları yakaladığınız yerde öldürün” ifadesindeki onlardan kasıt bir önceki
ayette geçen Müslümanlara karşı savaş açanlardır. Doğal olarak savaş zamanında
savaş kuralları, barış zamanında barış kuralları geçerlidir. Önceki ayette Müslümanlara
her türlü aşırılık yasaklanarak savaşın genel ahlak ilkeleri açıkça
bildirilmiş, burada ise savaşı kazanmanın gereği olarak düşman askerlerinin
yakalanıp öldürülmesi emredilmiştir. Çünkü zamanın şartlarına göre insan
gücünün kırılması savaşı kazanmak adına oldukça önemlidir.[3]
3/Enfal/39- Fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla
Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse, Allah
yaptıklarını görmektedir. [2/190-191, 193, 217; 4/75]
Kâfirlerle savaş emrinin sebebi fitnenin ortadan kalkması ve dinin
Allah için olması gerekçesine bağlanmıştır. Kur’an olduğu sürece hak ile batıl
birbirine karışmayacaktır. Fitne, düzensizlik, anarşi ve zulümdür. Ayette geçen
‘dinin Allah için olmasının’, bütün insanlığın İslam’a girmesi şeklinde
anlaşılması mümkün değildir. Çünkü Ehl-i kitabın cizye vererek, gayri müslim
olarak yaşamasına izin verileceği hususunda ittifak vardır. İnsanların zorlama
ile din değiştirmeleri hem imkânsız, hem de hükümsüzdür. Savaşın sebebi
insanlara zorla İslam’ı kabul ettirmek değil, bilakis din yüzünden olan
baskının kalkması, güçlü olanların hukuku çiğnemelerinin engellenmesi, din ve
vicdan hürriyetinin sağlanmasıdır. Müslüman olmayan kimseler, bu hak ve hukuk
düzenine uydukları müddetçe, kendi inançlarını yaşayabilirler.[4]
4/Bakara/207- İnsanlardan öylesi de vardır
ki Allah'ın rızasını aramak amacıyla kendini feda eder. Allah, kullarına karşı
şefkatlidir. [4/74; 98/7-8]
Ayette temiz ve dürüst dindarlığa ve içtenliğe teşvik
vardır. İnsan bu dünyada ya nefsanî tutkularını tatmin için yaşayacak, ya da
kendini Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya adayacaktır. Nefsini tatmin yolunda
olanlar daima kişisel çıkarlarının peşinde olacak, Allah’ın hoşnutluğunu
kazanma peşinde olanlar ise davranışlarını hep ona göre düzenleyecektir.
Şiddete
ayetten referans arayanların yorumları kastedilmesi muhtemel manaların çok
uzağında, bağlamından kopuk, siyak-sibak bağlamından bağımsız, Kur’an bütünlüğüne
aykırı, müntesiplerini vahşi bir tutuma sevk ederek canlı bomba eylemlerinin
dayanağı olarak yorumlandığı görülmüştür.
5/Tevbe/123- Ey iman edenler! Kâfirlerden
yakınınızda olanlarla savaşın, sizde bir sertlik görsünler. Bilin ki
Allah muttakilerle beraberdir. [66/9; 61/4]
Bu açıklamalara Kur’an’ın bütünlüğü içinde bakıldığında, Müslümanların
yakın çevresindeki gayr-i Müslimlerle sürekli savaş halinde olmaları
anlaşılmamalıdır. Sadece düşmanlık edenlere karşı bu tavır tavsiye edilmiştir.
Dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri de, ayette emredilen sertlik
ve güç, ancak savaş halinde tavizsiz ve kararlı davranma anlamındadır. Normal
şartlarda yürütülen insan ilişkilerinde, örneğin turizm, ticaret gibi alanlarda
gayr-i Müslimlere karşı bu buyruğun işletilmesi asla doğru değildir.[5]
6/Maide/44- Gerçek şu ki, içinde hidayet ve nur
bulunan Tevrat’ı biz indirdik. Teslim olmuş nebîler, Yahudilere onunla
hükmederler. Allah'ın kitabını korumakla görevli olmaları ve onun doğruluğuna
şahit olmaları sebebiyle Rabbine yönelmiş yöneticiler (rabbaniyyun) ve din
bilginleri de onunla (hükmederler). Öyleyse insanlardan çekinmeyin, benden
çekinin ve ayetlerimi az bir bedele karşılık değişmeyin. Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir. [6/57, 62, 73; 12/40]
Ayette “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta
kendileridir” kısmıyla ilgili de bazı yorumlar mevcuttur. Bu ayetten önceki ve
sonraki ayetlerde de ehl-i kitabın kâfirlerinden bahsedilmiştir. Burada hitap
kâfirlere olsa da hüküm umumîdir.
Bu ayet şiddete ayetten referans arayan çevrelerin temel
problemlerinden biridir. Çünkü bu ayete, özellikle “Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir” kısmına ciddi atıflar yaparak yoğun
bir tekfir söylemi gerçekleştirmişlerdir. Sonrasında ise cihat ayetlerini sık
sık kullanarak tekfir ettikleri kimselerin ne şartta ve ne durumda olursa olsun
ilk fırsatta öldürülmesi gerektiği hükmünü vermişlerdir.
7/Nisa/76- İman edenler Allah yolunda
savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın
evliyasıyla savaşın. Şeytanın tuzağı çok
zayıftır. [2/190, 257]
Öteden beri Müslümanlara eziyet eden müşrikler, Medine’ye
hicretten sonrada bir kısım Yahudilerle iş birliği yaparak Bedir, Uhud ve
Hendek savaşları sonrasında Müslümanları bu yeni yurdundan da yok etmeyi
amaçlamışlardı. Ancak bunu başaramayınca hicrî altıncı yılda Hudeybiye
Antlaşmasını yaptılar. Buna göre bundan sonra Müslüman olup Mekke’den kaçanlar
iade edilecekti. Bu durumda hicret imkânı bulamayan veya iade edilen Müslümanlar
Mekke’de kaldı ve ailesiyle beraber çeşitli zulüm ve baskı görmeye devam
ettiler. Bu şekilde yaşayan Müslümanlar, müşriklerin eziyeti arttıkça Allah’a
dua ediyor, bir kurtarıcı veya kurtuluş yolu arıyorlardı. Konumuz olan ayetin,
bir önceki ayetle beraber bu niyaza bir cevap olduğu ifade edilmektedir.[6]
8/Nisa/104- Düşman topluluğunun peşine düşmekte
gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız, onlar da, sizin acı çektiğiniz
gibi acı çekiyorlar. Oysa siz, onların umut etmediklerini Allah'tan
umuyorsunuz. Allah bilendir, hükmünde tam isabet edendir. [9/120-121]
Bu ayet Uhud savaşı sonrası, Müslümanların düşmanı takip konusunda
gevşek davranmaması talimatına işaret ettiği ve zayiat veren Müslümanları
teselli amacıyla indiği rivayet edilir. Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilen
hadiseye göre, Uhud savaşında Müslümanlar zayiat verince Resulullah Uhud dağına
çıkarak Ebu Süfyan ile arasında geçen konuşmada, Müslümanların ölülerinin
cennete, müşriklerinin ölülerinin cehenneme gideceğini bildirmiş, Ebu Süfyan
ise kendilerinin putlarından dolayı daha üstün olduğunu söylemiştir. Bu
konuşmalar üzerine bu ayetin nazil olduğunu bildirmiştir.[7]
Ayet ile ilgili bu rivayetlerin yanında manasının tüm zamanları
kapsadığı, bütün düşmanları ve savaşları içine aldığı ifade edilmiştir. Buna
göre müminler her zaman düşmanları hakkında bilgi sahibi olmalı, barışı devamlı
kılabilmek için her daim düşmanlarıyla savaşa hazır olmalıdır. Bu durum mümine
daha çok yakışmaktadır. Çünkü inkârcıların elde edeceği kazanç bu dünya ile
sınırlı iken, mümin ise hem bu dünyada huzur ve güven içinde yaşamak, hem de
ebedî mutluluk fırsatını yakalamak gibi ümit sahası çok geniş teşviklere
mazhardır.[8]
9/Tevbe/14,15,16- Onlarla savaşın ki, Allah onları
sizin ellerinizle cezalandırsın, aşağılık kılsın, onlara karşı size yardım
etsin, müminler topluluğunun sadrına şifa versin. [2/216; 9/29; 4/84]
Kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah
bilendir, hükmünde tam isabet edendir./Yoksa siz, Allah’ın; içinizden cihat
edenleri, Allah'tan, resulünden ve müminlerden başka sırdaş edinmeyenleri
ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. [3/142, 179; 47/31]
Ayetlerin öncesinde savaşa girme sebepleri hakkındaki açıklamalardan
savaşla neyin amaçlanması gerektiği ifade edilir. Buna göre İslam’da savaştan
maksat sırf karşı tarafa zarar vermek, gözünü kan bürümüş insanlar gibi yakıp
yıkmak, işkence ve eziyet etmek değildir. Savaştan beklentinin hep bir ümidi
korumak olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu sayede sözüne riayet etmeyen düşmanın caydırılması
amaçlanmıştır. Konumuz olan ayetlerde ise müminler kendilerini kişisel arzu ve
çıkarlarının pençesine bırakmayacak, davranışlarının meşruiyetini her daim
düşünecektir. Kalplerdeki kin ve öfkeyi giderenin, gönüllere ferahlık verenin,
dilediğinin tövbesini kabul edenin Allah olduğu hatırlatılarak müminlerden
hareketlerini bu inanca göre düzenlemesi istenmektedir. Allah’ın emri gereği
haksızlıklarla savaşırken dinin çizdiği sınırları muhafaza etmek, ilâhî
imtihanın bir parçasıdır.[9]
Çatışma ve şiddet üreten dini yorumun İslam’ı temsil etmekten uzak
bir anlayış geliştirmiş olduğu entelektüel bilgi düzleminde ele alınması
gerekmektedir. Ayrıca sosyo-ekonomik adaletsizliklerin ortadan kaldırılabilmesi
için sivil toplum kanallarının radikalleşme ve terör karşısında ortak bir
tavırla hareket etmesi sağlanmalıdır. Tarih boyunca deneyimlenen hoşgörü ve
farklılıklarla bir arada yaşama tecrübesinin dikkat alınarak, İslam inancının
toplumsal dışlayıcılığı reddettiği gerçeğinin radikalleşmenin önlenmesinde başlıca
öne çıkan tedbirler olarak sayabiliriz.
Şiddet, insanlığın evrensel bir sorunu olarak karşımızdadır.
Şiddet ve terör olaylarını salt din ile ilişkilendirmek, karmaşık bir yapı arz
eden olguları indirgemeci bir yaklaşımla
ve sonuçları açısından değerlendirmek yerine, siyasi, psikolojik, teolojik ve sosyo-kültürel
kaynaktan beslendiğine odaklanmak gerekmektedir. Din müntesiplerini meydana
gelen şiddet ve terör olaylarıyla özdeşleştirerek salt dini kimliklerinden
ötürü “terörist” şeklinde değerlendirmek makul değildir. Din, insan
davranışları üzerinde etkili bir kurumdur. Şiddet ve terör eylemlerinin din ile
ilişkilendirilmesi, dinlerin kendi tabiatından ziyade müntesiplerinin dini algı
ve yorumları ile ilgilidir.
Günümüzde İslâmî hareketleri şiddete yönelten sebepleri maddeler
halinde şöylece sıralayabiliriz:[10]
1. Müslümanların İslâm’ı doğru anlamama ve doğru anladığını da
hayatına tatbik edememesidir ki bunun en büyük sebebi cehalettir.
2. Siyasi suç olarak tanımlanan suçlarla mahkûm edilen birçok masum
insanın zindanlarda ağır işkencelere maruz kalmaları onları şiddete
yönlendirmektedir.
3. Batının İslâm dünyasını dizayn etmeye yönelik faaliyetleri;
Afganistan, Irak, Suriye ve Mısır gibi ülkelerde uygulanan şiddet yöntemleri,
masumlarla suçluları ya da bir suçla itham edilenleri -suçunun sabit olup
olmadığına bakmadan birbirinden ayırmayan zulümleri, Müslümanların savunma
hakkı hususunda kendilerini mazur görmelerine yol açmaktadır.
4. ABD’nin oluşturduğu uluslararası ittifakların ölçüsüz
saldırıları benzer ölçüsüzlükleri doğurabilmektedir.
5. İsrail’in uyguladığı şiddet Müslüman hareketleri şiddete
yöneltmiştir. İsrail’in şiddetine maruz kalan birçok Müslüman, başka yolla
kendilerini savunma imkânı ve hakkı bulunmadığını düşünmeye başlamıştır.
6. İslâm dünyasının yaşadığı sosyal, siyasî ve dinî buhran ciddi
bir savrulmaya sebep olmakta, bu savrulma sırasında şiddeti meşru gören
insanlar kendilerini örgütleri üzerinden ifade etmeye çalışmaktadır.
7. İstihbarat örgütleri, bazı ülkelerde ihtilafı ve şiddeti,
körüklemenin aracı olarak kullanmaktadırlar. Nitekim son yıllarda yeni yeni
yapılar ortaya çıkmakta, bu yapıların kaynakları ve ilişkileri insanı
düşündürmektedir.
Özetle: Şiddete ayetlerden referans arayan
çevreler Kur’an ayetlerine atıf yaparak “cihat” adı altında gerçekleştirdiği
eylemlerin, aslında kendinden olmayan Müslümanlara karşı nefretin bir yansıması
neticesinde şiddet eksenine kaydığı görülmüştür. Bu durumda ayetlerdeki mana
buharlaşarak, bağlamından kopuk, Kur’an bütünlüğüne ve emrine aykırı, İslâm
dini ile bağdaşmayan bir durum ortaya çıkmaktadır. Diğer bir durum ise, “cihat”
kelimesinden sadece silahlı/kıtal cihadını anlamaları veya öyle sunmalarıdır.
Cihat kelimesindeki bu anlam buharlaşması da şüphesiz ki ayetlere olan yanlış
yaklaşımın neticesidir. Cihattan maksadın karşı tarafın Müslümanlara saldırdığı
durumlarda savunma savaşı karakterli bir manası da olduğu göz ardı edilerek
saldırgan bir tutum sergilemişler, cihadı savunmadan çok bir tebliğ aracı
olarak görmüşlerdir.
[1] Bakınız:
Bakara 191-194.
[2] Nisa 4/
89, 91; Tevbe, 9/ 12, 29, 36.
[3] Kur’an
Yolu, C. 1, s. 294-295.
[4] Kur’an
Yolu, C. 1, s. 406.
[5] Kur’an
Yolu, C. 3, s. 76
[6] Kur’an
Yolu, C. 2, s. 95.
[7] Taberi,
Câmî’ul Beyân, C. 7, s. 455
[8] Kur’an
Yolu, C. 2, s. 133.
[9] Kur’an
Yolu, C. 2, s. 736.
[10] Yrd.
Doç. Dr. Ömer Sabuncu, Çağdaş Bazı İslâmî Hareketlerdeki Yanlış Algılar ve
Şiddet Sorunu, Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri
Yorumlar
Yorum Gönder