MAUN SURESİNİN İNCELENMESİ
MAUN SURESİNİN İNCELENMESİ
Bu incelemede musallin
kelimesi ile kimler kastedilmektedir onu tespite çalışacağız.
Mâûn Suresi genel olarak Mekkî surelerin
özelliğini taşımaktadır.
“Dini (: hesap gününü)
yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakan; Yoksulu doyurmayı da teşvik
etmeyendir. (Böyle) salât edenlerin (:çıkarları için yardım edenlerin) vay
haline. Onlar, salâtlarında yanılmaktadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar(en
ufak) bir yardımı dahi engellemektedirler.” (Mâûn 107/1-7)
Mâûn Suresi’nin nerede nazil
olduğuna dair müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Birinci görüşe göre sure
tamamıyla Mekkîdir. İkinci görüşe göre surenin tamamı Medenîdir. Üçüncü görüş
ise ilk üç ayetin Mekkî son dört ayetin Medenî olduğu şeklindedir (Maturidî).
Sure dini (:hesap gününü)
yalanlayan bir kimseye işaret ile başlar. Devamında yetimin ve yoksulun
hakkının yenmesinden bahseder. Daha sonra salat edenlerin (çıkarları için
yardım edenlerin), gösteriş meraklısı olanlar ve insanların günlük olarak
ihtiyaç hissedebilecekleri şeyleri onlardan esirgeyenler şiddetle eleştirilir
ve tehdit edilir.
Mâûn kelimesi günlük olarak
ihtiyaç hissedilen araç ve gereçlerdir (ibn Acîbe).[1]
İnsanların istediklerinde âdeten verdikleri malzemelerdir (Zuhaylî).[2]
Surenin dördüncü ayetinde salât kelimesinden türetilmiş “musallîn” kelimesi
geçmektedir. Yine beşinci ayette “salât” formunun zamire izafesi ile
geçmektedir.
Mâûn Suresi’nin dördüncü ve
beşinci ayetlerindeki “salât” kökenli kelimelerin birçok Kur’an mealinde
“namaz” merkezli tercüme edildiğini görmekteyiz.[3]
Surenin nerede indiğini belirlemek surede geçen salât kavramına verilen anlamı
da etkileyecektir. Çünkü Mekke ve Medine dönemlerinin kendine has özellikleri vardır.
Her iki dönemde muhatap kitle farklıdır. Mekkî ayetlerde kullanılan bazı
kelimeler Medenî ayetlerde geçmemektedir “sahûn” gibi. Lafız aynı olmakla
birlikte her iki dönemde farklı anlamda kullanılan kelimeler de vardır. Mesela:
“ed-Din” kelimesinin hesap ve ceza anlamına geldiği belirtilir.[4]
“Ed-din” kelimesi Mekkî ayetlerde ahiret/ hesap anlamında kullanılırken Medenî ayetlerde
böyle bir anlama rastlamıyoruz.
Değerlendirmemizi surenin
tamamının Mekkî olduğundan hareketle yapacağız. İlk üç ayeti takip eden
dördüncü ayetin fa’yi sebebiyye olması surenin iki parça halinde değil de bir
defada indiği göstermektedir.
Mâûn Suresi’nde geçen salât
kavramını surenin odak kelimesidir. Odak kelimenin anlam alanına giren diğer
kelimelerin Kur’an’da nasıl kullanıldığına bakmamız bize “musallin”
kelimesinin hangi anlamda kullanıldığı konusunda yardımcı olacaktır.
“Ed-din” Kelimesinin
İncelenmesi
Surenin birinci ayetinde
geçen “ed-din” kelimesi Kur’an’ın birçok yerinde geçmektedir. Geçtiği ayetlerin
bağlamında farklı anlamlara gelmektedir. Ancak kelimenin diğer ayetlerdeki kullanımları
ile ilgili dikkat çeken bir husus vardır. Hesap günü anlamında kullanılan “din”
kelimesinin geçtiği tüm ayetler Mekkîdir.[5]
Kur’an Mekke’de öncelikle tevhit akidesini yerleştirmeyi hedeflemiştir. Bu
yüzden olsa gerek Mekke’de “din günü” anlamında kullanılmıştır. Kavramın Medenî
ayetlerde aynı anlamda kullanılmaması bize ilahî hitabın Mekke ve Medine diye
iki ayrı semantik alanının varlığını hissettirmektedir. Böylece Mâûn Suresi’nin
ve Mekkî surelerin “ed-din” kavramına yükledikleri anlam açısından uyum
içindedir. Mâûn Suresi’nin kendi içinde bir bütün olduğunu ve yukarıdaki
kavrama yüklenen anlamı dikkate aldığımız zaman muhatap kitlenin Mekke’deki
müşrikler olduğu açıktır.
“Yedu’u” Fiilinin İncelenmesi
Surenin ikinci ayetinde geçen
“yedu’u” fiili; kovmak, aşağılamak
anlamına gelmektedir. Mâûn Suresi’nde geçen “yedu’u” kelimesinin türevlerinin Kur’an’da hangi
bağlamda geçtiğini araştırdığımızda ortaya çıkan şudur: Kelime Tûr Suresi’nin
13. ayetinde ikincisi te’kit amaçlı olmak üzere iki defa geçmektedir.
“O gün, yalanlayanların vay
haline! Onlar boş şeylere dalıp oyalanıyorlar. O gün itile kakıla cehennem
ateşine atılırlar. Yalanlamakta olduğunuz ateş budur! Bu da mı sihir? Yoksa siz
mi görmüyorsunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, sizin için
birdir. Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz.” (Tûr 52/11-16).
Tûr Suresi Mekkî bir suredir.[6]
Yukarıda bağlamı ile birlikte alıntı yaptığımız ayette fiilin nesnesi 11.
ayette geçen inkârcı kimselerdir. Oysa Mâûn Suresi’nde inkârcılar aynı fiilin
faili (öznesi) durumundadırlar. Her iki sure de Mekkî olmasına rağmen Tûr Suresi
zaman olarak Mâûn Suresi’nden daha sonra nazil olmuştur. Sanki Allah önce nazil
olan Mâûn Suresi’nde işlendiği ifade edilen suçun cezasını sonra inen Tûr Suresi’nde
vermektedir. Önce suç gerçekleşmiş sonra ceza terettüp etmiştir. Mekkî ayette
yetimler ile ilgili bu fiilin, Medenî ayetlerde yetimler zikredilmeden
geçmesinin sebebi ise artık orada yetimin hakkını gözeten, ona sahip çıkan bir
iradenin var olması şeklinde yorumlanabilir. Tûr Suresi 13. ayetin etrafındaki anlam
örgüsüne baktığımız zaman karşımıza Mâûn Suresi ile irtibat kurabileceğimiz hususlar
çıkmaktadır. Mâûn Suresi’nin birinci ayetinde “yalanlayanı gördün mü” denilirken
Tûr Suresi’nin 11. ayetinde “yalanlayanlara azap olsun” denilmektedir. Bunun
için seçilen kelime ise ilginçtir ki “veyl” dir. Allah Mâûn Suresi’nin dördüncü
ayetinde müşriklerin yaptığı ibadetlerin gerçek anlamından uzak, tahrif edilmiş
olduğunu anlatmak istemiştir. Tûr Suresi’nin 12. ayetinde ise benzer biçimde
onların batıl bir hayata daldıkları dile getirilir. Yine Tûr Suresi’nin 16.
ayetinde onların cehenneme atılacağı söylenirken seçilen kelime “s-l-y” kök
harfli “salât” kelimesidir. Onların yaptıkları iş ancak onları ateşe götürür.
Tûr Suresi’nde devam eden
ayetlerde ise Allah cennetlik olanlara verilecek nimetlerden bahseder:
“Muttakiler, cennetlerde ve
nimetler içindedirler. Rablerinin kendilerine verdikleri ile sefa sürerler.
Rableri onları ateşin azabından korumuştur. Yaptıklarınızın karşılığı olarak
afiyetle yiyin, için!” (Tûr 52/17-19).
Ve adeta Mâûn Suresi’nde en küçük
bir iyiliği bile engelleyenlere karşılık Allah burada kendi cömertliğinden
bahsetmektedir. Onların engelleyici tavırlarının nihayetinde belirleyici
olmadığını anlatmaktadır. “Yedu’u” fiili etrafındaki bu açıklamalar, Tûr Suresi’nin
Mekkî olması, ifadelerin Mâûn Suresi’nde işlenen cürüme bir ceza biçiminde
gözükmesi, Tûr Suresi’nin ilgili ayetlerinin münafıklara tahsis edilecek bir
yönünün olmaması, bizi Mâûn Suresi’nin de münafıklardan bahsetmediği sonucuna
götürür.
Mâûn Suresi üçüncü ayetini Kur’an’dan
iki ayetle karşılaştıracağız.
1- “Fakiri yedirmeye teşvik
etmezler” (Hakka 69/34).
2- “Yoksulu doyurmak için birbirinizi teşvik
etmiyorsunuz” (Fecr 89/18).
Mekkî olan bu surelerde muhatap
müşriklerdir. Fecr ve Hakka surelerinde geçen benzer ayetlerin siyakında ise
Ad, Semûd Kavmi ve Firavun’dan bahsedilmektedir. Ayetlerde yoksulu yedirmeye
teşvik etmeme yapısına sahip olanların Mekke’deki müşriklerle aynı özelliklere
sahip kimseler olduğu açıktır. Bu açıdan da Mâûn Suresi’nde de hedef kitlenin
küfürleri açık olan müşrikler olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
“Veyl” kelimesinin de cezaya
müstahak olan kimseler ile ilgili olarak Hakka 69/25, 27 ve Fecr 89/24
ayetlerinde pişmanlığı ifade için kullanılmıştır. Buradan çıkaracağımız sonuç: Mâûn
Suresi’nin üçüncü ayetinin benzerleri Hakka ve Fecr surelerinde geçmektedir. Bu
ayetlerde küfürleri gizli olmayan Ad, Semûd kavmi ve Firavun için
kullanılmaktadır. Azaba uğrayan kimselerle ilgili olarak “veyl” kelimesi
seçilmiştir. Yukarıda verilen anlam ile Mâûn Suresi’ndeki ayetler arasında bir
bağın var olduğu dikkate alındığında muhatap kitlenin Medine’deki münafıklar
değil de Mekke’deki müşrikler olduğu daha doğru gözükmektedir.
“Veyl” Kelimesinin İncelenmesi
Dördüncü ayette geçen “veyl”
kelimesinin, Kur’an’da hangi anlamlarda ve kimler için kullanıldığına
bakacağız. “Veyl” kelimesi, Kur’an’da türevleri ile birlikte 40 yerde
geçmektedir.[7]
Aşağıdaki ayetin (Hûd 11/72) dışında
tüm yerlerde inkârları açık olan kimseler için kullanılmıştır. İnkârcılar için
kullanılan “veyl” kelimesi onların azabı hak ettikleri anlamını işaret edecek
şekilde geçmektedir. Kur’an’da bir yerde iman etmiş olan İbrahim’in karısı
“veyletâ” şeklinde kendisi için kullanmaktadır. İbrahim’in karısı Sâre’nin bu
kelimeyi söylemesinin sebebi kendisinin İsmail ve İshak ile müjdelenmiş olmasıdır.
Müjdenin hemen akabinde “Vay başıma
gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim?
Doğrusu bu şaşılacak bir şey” (Hûd 11/72) diye şaşkınlığını ifade etmiştir.
“Veyl” kelimesinin ve
türevlerinin Kur’an’ın 39 yerinde geçen muhataplarının inkârcılar olması, Mâûn Suresi’ndeki
muhataplarının da inkârcılar olduğuna dair bir işarettir. 39 yerde geçen kelime
ve türevleri küfürleri açık olan insanları konu edinmektedir. Şu halde sonuç
olarak “veyl” kelimesi bağlamında, Mâûn Suresi’nin münafıklardan değil inkârları
açık olan müşriklerden bahsettiği açıktır.
“Musallîn” Kelimesinin
İncelenmesi
Mâûn Suresi’nde geçen “musallîn”
ifadesi Kur’an’ın Müddessir 74/43 ve Meâric 70/22 surelerinde de geçmektedir.
Her iki sure de Mekkîdir. Medenî surelerde böyle bir ifade geçmemektedir.
Burada dikkatimizi çeken husus salât kökenli kelimenin geçtiği Müddesssir, Mâûn
ve Meâric surelerinde kelimenin etrafını ören konularda benzerlikler olmasıdır.
Her üç surede de hesap gününden, yoksulun doyurulmasından ve batıla
dalıp-dalmamaktan bahsedilir. Müddessir Suresi dördüncü sırada, Mâûn Suresi 17.
Sırada Meâric Süresi 79. sırada nazil olmuştur. Enfâl Suresi 8/35. ayette
“Onların Kâbe yanındaki salâtları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir.
Artık inkâr ettiklerinizden dolayı azabı tadın” denilmektedir.
“Sahun” Kelimesini İncelenmesi
Kelimeyi ya hiç namaz kılmazlar
veya vaktinde kılmazlar şeklinde anlayanlar vardır.[8]
Ayet “Onlar salâtlarından gafildir” şeklinde tercüme edilebilir. el-Bıkâ’î,
kelimenin derin bir gaflet, terk etme ve önem vermeme anlamına geldiğini söyler.[9]
Bu
kelimenin Mâûn Suresi’nde olduğu şekliyle çoğul için yine Mekkî olan Zâriyât Suresi
/11. ayette geçtiğini görmekteyiz. Ayet
“Onlar bilgisizliğin veya cehaletin kuşatması içindedirler” diye tercüme
edilebilir. Bir önceki 10. ayette inkârcılar için “kahrolsun o yalancılar!”
denilmekte bir sonraki 12. ayette ise onların alaycı bir soru ile ahireti inkâr
ettikleri görülmektedir. Mâûn Suresi’nde müşriklerin özelliklerinden bahsedilirken,
onların “hesabı yalanlayan” kimseler olduğunun söylenmesi dikkat çekicidir. Yani
burada da muhatap münafıklar değil küfrü açık olan kimselerdir. Yine Mekke’de
de temel muhatap kitle müşriklerdir. Mâûn Suresi’ndeki “sahûn” kelimesi ile Zâriyât
Suresi’ndeki “sahûn” kelimesinin bağlam açısından ortak yönleri vardır. Her iki
surede de hesap/ahiret olgusunun inkârı söz konusu edilmektedir. Yine ilginç
olan bir diğer husus ise; Zâriyât Suresi’nin 60. yani son ayetinde ahireti/hesabı
inkâr eden kimselere hitaben “veyl” olsun denilmesidir.
“Sahûn” kelimesinin her iki surede
müşrikler için kullanıldığı, yalanlama vasıflarının zikredildiği, dolayısı ile
her iki surede de aynı anlama sahip olduğudur. Kelime, Zâriyât Suresi’nde çok
açık bir şekilde düşünsel bir olgunun inkârı çerçevesinde kullanılmıştır. Dinin
aslından olanı inkâr edenlerin durumlarının tespitidir. İnkârda bulunanlar
“sahûn” halindedir. Bu çerçevede Mâûn Suresi’ndeki “sahûn” kelimesini de
yapılan bir ibadetteki eksiklik değil inkâr etmenin zihinsel ve ruhsal bir
halidir. Bu kelimenin Medenî surelerde geçmemesi, Kur’an’ın Mekkî semantik
alanına ait bir kavram olduğunu düşündürmektedir.
Sonuç: Maun Suresi Mekki
bir suredir. Mekke'de risâletin ikinci yılında indirilen ve 7 âyetten oluşan
Mâ'ûn sûresi, resmî sıralamada 107, iniş sırasına göre ise 17. suredir.
Ayetlerde kullanılan ifadeler üzerinde düşünüldüğünde, maksadın
"namaz" olmadığı açıktır. Çünkü salât sözcüğü, ikâme (ekâme, yukîmü,
egım, vs.) kelimesiyle birlikte kullanıldığında, "formu belli namaz"
anlamına gelir. Burada böyle bir kullanım olmadığı için, ayetteki anlamı
namazla ilişkilendirmek doğru değildir. Bu ayette kınananlar hiçbir şekilde
Müslümanlar değildir; şeytana veya putlara yaslanan ve içi boş bazı hareketleri
ibadet sanan Mekkeli müşriklerdir. Onların bu hareketleri zaten dini
yalanlamanın, yetimi itip kakmanın ve yoksulu gözetmeye önayak olmamanın sonucu
olarak zikredilmektedir ki, bu özellikler samimi Müslümanda bulunamaz. Bunlar
şirkin ve inkârın sonucu olan bozuk inanç ve davranışlardır.
[1] İBN
ACÎBE, el-Huseyni Ahmet b. Muhammet, el-Bahru’l- Medîd fi Tefsiri’l-Kur’ani’l
Mecîd
[2] ZUHAYLİ,
et-Tefsiru’l Munir
[3]
Ali Bulaç, Salih Akdemir, Elmalılı Hamdi Yazır, Abdullah-Ahmet Akgül, Abdullah
Parlıyan, Ahmet Tekin, Ahmet Varol, Ali Fikri Yavuz, Bahattin Sağlam, Bayraktar
Bayraklı, Cemal Külünkoğlu, Besim Atalay, Cemil Said, Diyanet İşleri
(Eski-Yeni), Hasan Basri Çantay, İlyas Yorulmaz, İsmail Hakkı Baltacıoğlu,
İsmail Hakkı İzmirli, İsmail Yakıt, Mahmut Kısa, Kadri Çelik, Mahmut Özdemir,
Mehmet Çakır, Mehmet Türk, Muhammed Esed, Orhan Kuntman, Osman Fırat, Ömer
Nasuhi Bilmen, Suat Yıldırım, Süleyman Ateş, Süleyman Tevfik, Süleymaniye
Vakfı, Şaban Piriş, Ümit Şimşek, Yaşar Nuri Öztürk, Diyanet Vakfı, Kur’an Yolu,
Edip Yüksel. Ancak ayeti doğru çevirenler de var. Mustafa İslamoğlu,
Mehmet Okuyan, Erhan Aktaş, Mustafa Çavdar, Mehmet Çoban, İhsan Aktaş.
[4] Nesefi,
Sabuni, Tefhim.
[5] 15/35;
26/82; 37/40; 38/78.51.6.12; 56/556; 70/26; 74/46; 82/9.15.17.18; 83/11;
95/107; 107/1.
[6] Kurtubi
[7] "veyl" 2/79 (üç kez geçer), 14/2, 19/37, 21/18, 38/27, 39/22, 41/6, 43/65, 45/7, 51/60, 52/11, 77/15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49, 83/1, 10, 104/1, 107/4; "veyletâ" 5/31, 11/72, 25/28; "veyletenâ" 18/49; veyleke" 56/17; "veylekum" 20/61, 28/80; "veylenâ" 21/14, 56, 97, 36/52, 37/20, 68/31).
[8] TELİDÎ,
Abdullah b. Abdulkâdir el-Cevâhir, Vellaaliu’l- Masnuâtu fi Tefsiri’l-
Kur’an’i-l Azim bi’l Ehâdisi’s-Sahiha el-Merfuâ
[9] BIKÂ’Î, İbrahim b. Ömer, Nazmu’d-Durer fî
Tenasübi’l-Âyâti ve’s-Sûver
Yorumlar
Yorum Gönder