Kayıtlar

Ağustos, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İMAJ VE TAKVA

  İMAJ  VE TAKVA Dini kimliğin ifade biçimleri tarih boyunca hem bireysel hem toplumsal düzeyde tartışılmıştır. Klasik dönemlerde dindarlık, genellikle cemaat içindeki davranışlarla ölçülürken; modern dönemde medya ve kamusal alan, dini görünürlüğün sınırlarını genişletmiştir. Günümüzde dindarlığın algılanışı yalnızca kişinin Allah ile ilişkisine değil, aynı zamanda toplumsal imajına da bağlı hale gelmiştir. Bu durum, riya ve ihlâs tartışmalarını yeniden gündeme taşımaktadır (Nisâ 4/142). Tarih boyunca insanın değer ölçütleri, toplumların kültürel, ekonomik ve dini yapılarıyla şekillenmiştir. Modern dönemde ise bireyler, toplumsal görünürlüklerini ve kimliklerini büyük ölçüde “imaj” üzerinden tanımlar hale geldi. Sosyal medya, reklam kültürü ve tüketime dayalı yaşam biçimi, “nasıl göründüğümüz” sorusunu, “nasıl olduğumuz” sorusunun önüne geçirdi. Gölge aslın yerini aldı. Takva ise bunun tam zıddı bir yönelimdir: İçsel arınma, samimiyet, Allah bilinci ve iç temizliği. Moder...

BİLMEDİĞİN ŞEYİN PEŞİNE DÜŞME

BİLMEDİĞİN ŞEYİN PEŞİNE DÜŞME “Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme. Çünkü işitme, görme ve gönül; bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra/36) İnsanoğlu, sorumlu bir varlıktır. Dünyaya başıboş ve anlamsız olarak gönderilmemiş ve kendi hâline de terk edilmemiştir. İnsan her yaptığı iyi fillerinden dolayı ödüllendirilecek, kötü davranışlarından dolayı da hesaba çekilecek bir varlıktır. İnsan ahsen-i takvimde yaratılmış, iyilikle kötülüklerin neler olduğu kendisine bildirilmiştir. İnsan bu bakımdan nelerin sorumluluk getireceğini ve nelerin de kendi aleyhine olabileceğini bilme imkânına sahiptir. Dolayısıyla bilmediğini iddia ederek yaptığı yanlış davranışlardan dolayı ahiret gününde hesaptan kurtulması mümkün değildir. O bakımdan ayette de işaret edildiği gibi bilmediği şeylerin peşine düşmemesi, onlara dayanarak hüküm vermemesi gerekir. Kişinin davranışlarını gözetleyen, söylediği hiçbir sözü kaçırmadan kaydeden, işlediği fiillerini yazan melekler bulunmaktadır (Kaf/17). “Lâ taqfu...

BİZ ONA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ

  BİZ ONA ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ “Muhakkak ki insanı biz yarattık. Ona nefsinin ne fısıldadığını da biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16) Bu ayet, Allah’ın kudretini, ölümden sonra dirilişi ve insanın hesap vereceğini vurgulayan Kaf Suresinin bir parçasıdır. 16. ayet, Allah’ın insan üzerindeki ilmini ve gözetimini en güçlü şekilde ifade eden cümlelerden biridir. "Biz insanı yarattık": Ayet, insanın Allah’ın doğrudan yaratmasıyla var olduğunu belirtiyor. Bu, Allah’ın insanı maddi ve manevi boyutlarıyla tanıdığı anlamına gelir. "Nefsinin ona fısıldadıklarını biliriz": Buradaki nefsin fısıldadıkları, insanın iç alemindeki düşünceler, niyetler, korkular ve arzularıdır. İbn Kesîr’e göre bu, “İnsan henüz niyetini dillendirmeden, Allah onun içinde düşündüğünü bilir” anlamındadır. Bu vurgu, sadece dış davranışların değil, iç niyetlerin de ilahi gözetim altında olduğunu hatırlatır. "Biz ona şah damarından daha yakınız": ...

MÜSLÜMANLARI FELÇ EDEN DÜŞÜNCE KRİZLERİ

  MÜSLÜMANLARI FELÇ EDEN DÜŞÜNCE KRİZLERİ   Müslüman dünyasını "felç eden düşünce krizleri" konusu, hem tarihsel hem güncel birçok boyutu olan, derinlikli bir meseledir. Bu krizler, bireylerin düşünce üretimini, toplumsal gelişimi, dini anlayışı ve siyasal yapıları etkileyen ciddi zihinsel ve kültürel durgunluklara işaret eder. Aşağıda bu krizlerin bazı temel başlıkları şunlardır. 1. Vahiy-Rivayet Gerilimi Müslümanlar akıl-vahiy ve rivayet-gelenek arasında sağlıklı bir denge kuramamışlardır. Ya akıl tamamen dışlanarak taklitçiliğe düşülüyor ya da nakil reddedilerek sekülerleşme eğilimleri ağır basıyor.   Her Müslüman düşünmeye, anlamaya ve yorumlamaya ehildir. Akıl, vahyin düşmanı değil; onun taşıyıcısıdır. Bu da dinî metinlerin modern sorunlara yönelik yorumlanamamasını netice veriyor. Kur’an, Müslümanlar için en yüksek otorite olarak kabul edilir; ancak rivayetler pratikte çoğu zaman aynı ya da daha yüksek bağlayıcılık kazanmıştır. Bu durum, insanların h...

MÜSLÜMAN TOPLUMLARDA DERİNLEŞEN KRİZLER

  MÜSLÜMAN TOPLUMLARDA DERİNLEŞEN KRİZLER   Müslüman toplumlar, uzun süredir taklitçi ve konformist bir kültüre teslim olmuş durumda. Bu kültür, cehaleti sıradanlaştırıyor; düşünmeyi, sorgulamayı, anlamayı dışlıyor. Aydınlar yerli-milli sloganlarla dar bir çerçeveye kapanırken, dünyadaki gelişmeleri yüzeysel bilgilerle yorumluyorlar. Büyük kırılmalar, çöküşler, ahlaki çürümeler ise görmezden geliniyor. Milliyetçilik, mezhepçilik ve yerli-milli retorikler, hem entelektüel hem de kültürel üretimi baskılıyor. İslam, çoğu yerde bir kimlik unsuru ya da siyasi araç haline gelmiş durumda. Gerçek anlamıyla ne temsil ediliyor, ne tartışılıyor. Direniş, dayanışma, özgürlük gibi değerler; sadece söylemlerde kalıyor. İktidarlar dini ve milli hamasetle kitleleri etkiliyor, medya aracılığıyla gerçeklik yeniden inşa ediliyor. Propaganda, dini motiflerle harmanlanarak halkı pasif bir şekilde yönlendiriyor. İnsanlar aklını kullanmadığı için kolayca manipüle ediliyor. Siyasi ve ahlak...